Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Etiket: sufizm (page 1 of 1)

Sufi yolu, kalbin yolu

Sufi Yolu: Az Seçilen Yol

İnsanların büyük bir kısmı— %99.99’undan bahsediyorum—dinlerini, öğretilerini, inançlarını, yalnızca başkalarının onlara öğrettikleri şekilde yaşarlar. Sorgulamaz, hissetmez, kalplerini işin içine katmazlar. Çoğu zaman inanç zannetikleri, aslında toplumun örf, adet ve geleneklerinin aktarımıdır. Ben de bu şekilde büyüdüm. Ailem dindar bir aile değildi ama sonuçta toplum ve çevre bana bir inanç kalıbı aşılamıştı.

Dini araştırmaya ve din hakkında konuşan, vaazlar veren insanların aralarında bulunmaya başladıkça, hiç bitmeyen kavgalara, tartışmalara şahit olmaya başladım. Sakal, cübbe, şu haram, bu haram, sen cehennemliksin, bunu yanlış yapıyorsan, şunu yanlış yapıyorsun. Tartışmalar, kavga, dayatmalar, yargılar… Herkes birbiriyle didişiyordu.  Sonra bir noktada durup şunu fark ettim: Din dediğimiz şeyin özü bu olmamalı. Bu Yaradan’ın yolu olamaz.” Allah’ın yolu, kalple olmalıydı, sevgiyle olmalıydı, yumuşak olmalıydı.

Bu farkındalıkla kendime bir söz verdim. Eğer inanacaksam bana kopyala+yapıştır şekilde öğretilenlere inanmayacağım, kalbimle hissettiğime inanacağım.

Ama önce bana öğretilenlerin dışındakileri de okumalıyım. Bu yüzden farklı kitaplar okumaya başladım. Önce İslam dini karşıtı olan yazanları, Turan Dursun, İlha nArsel gibi kişileri okudum. Sonra ateizm üzerine yazan Richard Dawkins Tanrı Yanılgısı, Kör Saatçi gibi kitaplarını okudum. Onları okudukça şunu gördüm: onlar da sürekli birbirleriyle bir çatışma içindeler. O Din yalan diyor, o gerçek diyor. Bir diğeri Tanrı yok, diyor o Tanrıyı kanıtlamaya çalışıyor. Bitmeyen bir kavga. 

Sonra bu tartışmalardan uzaklaşıp Doğu Felsefelerine yöneldim. Hinduizm, Budizm. Budizm’in içinden doğan Zen ve yine doğuda filizlenmiş Tao… Orada da muhakkak tartışmalar kavgalar vardı ama daha sessizdi. Ve bazı gönül insanları vardı, onların söyledikleri bizim tasavvufun söylediklerine yakındı. Çünkü onlar yaradana kavgayla, tartışmayla, akılla kanıtlamaya çalışarak değil, gönülle ulaşmaya çalışıyorlardı. 

Bu yolculuktan sonra tekrar öze, Sufi öğretilerine geri geldim. O zamanlar ney de üflemeye başladığım iyice, bu yüzden Tasavvufla daha içli dışlı olmaya başladım. Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin sözlerini, düşüncelerini, felsefelerini öğrenmeye başladım. Ve şunu gördüm: Sufi, tartışmaların, kargaşaların, kavgaların ötesinde durur. O, kalbinde Yaradan’ı hissetmeye çalışır. Başkasına “senin yolun doğru, senin yolun yanlış demez. Ben kalbimle Allah’la bağ kurabiliyor muyum?” diye sorar sadece.

Sufi, kendi inancı için dışarıda kanıt aramaz. “Bu bilimsel mi? Akla yatkın mı? Mantıklı mı?” diye sorgulamaz. Çünkü kalp, kanıt aramaz. Kalp hissetmek ister. Tıpkı bir çiçeğin kokusunu tarif edemeyeceğiniz ama hissettiğinizde tanıyacağınız gibi.

Sufizm bize şunu öğretir: Bu yol gönül yolculuğudur, akıl yolculuğu değil. İşte bu yüzden rehberin daima gönlün olsun, omzunun üstündeki başın değil” der.

Zaten Kur’an, “Biz sana şahdamarından daha yakınız” diyordu. Bir hadis-i kudside ise Allah: “Yere göğe sığamadım, samimi bir kulumun kalbine sığdım.”  diyordu. Hacı Bektaş-ı Veli: “Kızıllık nardadır, saçta değildir. Dervişlik baştadır, tacda değildir. Her ne ararsan kendinde ara; Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir.” diyordu.

Anladım ki, sufi yolu gönlün yolu. Aklın uyanışı değil, kalbin uyanışı. Bu yol dışarıda bir şey aramakla değil, içeriye bakmakla başlar. Kalbinizin size söylediklerini dinleyene kadar hakikati bulamazsınız.

Sufi, sevgiyle ve içsel teslimiyetle Yaradan’a ulaşır. Onun yolu başkalarını yargılamak değil, kendi yolunda derinleşmektir. Sufizm’in özü, aşkın ve özgürlüğün yoludur. Bu yüzden, kalbinize dönün, der. Çünkü hakikat orada.

Bu yolculuğun devamında cemaat ile cemiyet farkını keşfettim sonra. Ve anladım ki “cemaat” ve “cemiyet” arasında köklü bir fark var. Cemaat, çok sayıda insanın bir araya geldiği, genellikle bir kişinin düşüncelerinin sorgulanmadan kabul edildiği bir yapı. Herkes aynı düşünür, aynı söyler, bu bir yol. Cemiyet ise bambaşka. Cemiyet birbirinden farklı düşünen ve bu farklılıkları kucaklayan az sayıda insanın bir araya gelmesidir. Orada çeşitlilik vardır, farklı renkler ve sesler bir uyum içinde harmanlanır.

Ve fark ettim ki, ben bir cemiyet insanıyım. Aynılıklar değil, farklılıklar beni cezbediyor. Ve sufilerin yolunu inceledikçe, onların da böyle olduğunu anladım. Sufiler, yalnızca kendileri gibi düşünenlerle değil, her kesimden düşünce ile, insan ile, fikir ile bir araya gelmişler. Kimseyi dışlamamış, kimseyi ayırmamışlar. Ve şöyle demişler, “herkes kendi yolculuğunu yaşasın” Elbette bu yüzden çok eleştirilmişler, ama onları bugüne taşıyan da, farklılıklarla bir arada sevgiyle yaşayabilmeleri olmuş.

Bu yüzden benim yolum da az insanın seçtiği yol. Küçük yaşlarımdan itibaren ne bir ideolojiye ne de bir cemaate bağlandım. Her zaman az ama anlamlı bir bağın olduğu, birbirinden farklı düşünebilen insanların oluşturduğu cemiyet fikrini sıcak buldum.

Bugün milyonlarca takipçim olmasına rağmen, öğrencilerim çok az sayıdadır. Onlar, farklılıklara saygı gösteren, kimseyi düşünceleri nedeniyle yargılamayan, kalbi temiz insanlar. Ve onları seçerken de bu değerlere dikkat ediyorum. Çünkü biliyorum ki, Yaradana giden yolu kalpte aramak ve farklılıklarla bir arada sevgi içinde yaşayabilmek en önemlisi.

Zaten sanırım bu insanlar çok fazla olamazlar ve çok fazla olmalarına gerek de yok. Çünkü samimi, dürüst ve kalbi açık az sayıda insan bile dünyayı güzelleştirmeye yeter. İşte benim yolum bu: Kalbin yolu, sevginin yolu… Az seçilen yol.

Son olarak şunları söylemek istiyorum:

Sufi yolu kalbin ve aşkın yoludur. Bu yol, tartışmaların ötesinde, Yaradan’a sevgiyle ve teslimiyetle varmayı öğretir. Kimi zaman bu yol yalnız yürünür, kimi zaman da gönlü güzel dostlarla.

Umarım bir gün yollarımız kesişir. Ve duam odur ki, senin yolun her daim gönlü güzel insanlara varsın. Çünkü kalpten kalbe yol gizlidir; o yolu bulana aşk rehber olur.

Hayata güven, yol sana görünecek

Sen Yola Çık Yol Sana Görünür

Bir gün, genç bir adam hayatında kaybolduğunu hissederek derin bir arayışa çıktı. Kendisini boşlukta gibi hissediyor, nereye gideceğini ve nasıl ilerleyeceğini bilmiyordu. Düşünceler içinde boğulmuş bir şekilde, bir ormanda yürürken karşısına ağır adımlarla ilerleyen bir at çıktı. Atın üzerinde, yüzünde dinginlik ve bilgelik taşıyan bir derviş oturuyordu.

Genç adam, çaresizlikle dervişe yaklaştı:

“Efendim, lütfen bana yardım edin! Hayatımda ne yapacağımı bilmiyorum. Hangi yolu seçmeliyim? Kaç adım atmam gerekiyor? Eğer yanlış bir şey yaparsam ne olur?”

Derviş, atını durdurdu ve gencin gözlerine derin bir şefkatle baktı. Hafifçe gülümsedi ve dedi ki:

“Evladım, hayat dediğin, bir haritaya bakıp tüm yolu anlamaya çalışmak değildir. Eğer tüm yolu bir anda görmek istersen, kafan karışır, cesaretin kırılır. Hayat, her seferinde bir adım atarak öğrenilir.”

Genç adam, dervişin bu sözlerinden pek bir şey anlamadı. “Ama ne yapacağımı bile bilmiyorum,” dedi. “Nereden başlamalıyım?”

Derviş, eliyle önündeki yola işaret ederek dedi ki:

“Önce sadece bir sonraki adımı gör. Önünde duran ilk adımı düşün. Sadece o adımı at. Daha sonrasını düşünme. Yol yürüdükçe açılır. Attığın her adım, sana yolun geri kalanını gösterecektir.”

Genç adam, dervişin sözlerini dinledi ve düşünceleriyle boğuşmayı bıraktı. Sadece bir sonraki adımı attı. Ardından bir adım daha… Yol her adımda biraz daha belirginleşti. Bir süre sonra, ormandan çıkıp doğru yolda ilerlediğini fark etti. Geriye dönüp baktığında, karmaşık bir yolu geçmiş olduğunu gördü. Ama yolculuğun sırrını anladı: Her şey o anda, sadece bir adım atmaya cesaret etmekle başlıyordu.

Sen Yola Çık, Yol Sana Görünür

Ormanda yolunu kaybeden genç, dervişin öğüdünü dinleyip her seferinde sadece bir adım atarak doğru yolu bulmuştu. Bu basit ama derin hikaye, hepimizin hayatında karşılaşabileceği belirsizlikleri ve korkuları aşmanın güçlü bir metaforudur. Peki, bu hikaye bize hangi dersleri verir? Ve hayatımızda nasıl uygulanabilir? Gelin birlikte keşfedelim.

1. Büyük Hedefler Göz Korkutucudur

Hepimizin hayatında büyük hayaller ve hedefler vardır: Yeni bir kariyere başlamak, başka bir şehre taşınmak ya da kişisel bir dönüşüm yaşamak. Ancak bu hedefler o kadar büyük görünebilir ki, nereden başlayacağımızı bilemeyiz. Tıpkı hikayede olduğu gibi, tüm yolu bir anda görmek imkânsızdır, görmeye çalışmak da streslidir. Bu, yalnızca korku ve kararsızlık yaratır.

Çözüm: Büyük hedeflerini küçük adımlara böl. Sadece bir sonraki adımı düşün ve onun üzerine odaklan. Küçük zaferler, seni büyük hedefe ulaştırır.

2. Hareket Ederek Yol Kendini Açığa Çıkarır

Hareketsizlik, belirsizliği daha da büyütür. Hikayedeki genç, bir adım attıkça yolun açıldığını fark etti. Hayatta da aynısı geçerli: Bir şeyler yapmadıkça neyin mümkün olduğunu göremeyiz.

Çözüm: Kendine şunu hatırlat: “Hata yapmak, hareketsiz kalmaktan iyidir.” Harekete geçtiğinde, her şey daha netleşir. Hatalar, seni yeniden yönlendiren yol tabelalarıdır.

3. Anda Kalmanın Gücü

Derviş, gence sadece bir sonraki adımı görmesini söyledi. Hayatın sırrı, geçmişe takılmak veya geleceği kontrol etmeye çalışmak yerine, içinde bulunduğun ana odaklanmaktır. Anı yaşamak, zihnindeki karmaşayı sakinleştirir ve seni daha güçlü bir şekilde ileri taşır.

Çözüm: Günlük hayatta anda kalma pratiği yap. Büyük hedeflerin seni bunaltıyorsa, sadece bugünün gerektirdiklerini yapmaya çalış. Şu an kontrol edebileceğin tek zaman dilimidir.

4. Güven: Yol Sana Görünecek

Hayatta bazen hiçbir şey net olmaz. Hangi yolu seçmen gerektiğini bilemezsin. Ancak güvenmelisin: Yola çıktığında, yol kendini gösterecektir. Hikayedeki genç gibi, her adımda daha fazla yol görünecek ve sonunda kaybolduğunu sandığın o büyük orman, seni amacına ulaştıracaktır.

Çözüm: Bilinmeyene adım atarken kendine güven. Belirsizlik, hayatın bir parçasıdır. Ama yol, yürüyenler için açılır.

Hayatında Bu İlkeleri Uygula

Bu hikaye ve dervişin verdiği öğütler, günlük hayatında küçük ama etkili değişiklikler yapmana yardımcı olabilir. İşte birkaç öneri:

                  1.             Bir hedef belirle: Hayalindeki işi mi istiyorsun? Daha sağlıklı bir yaşam mı hedefliyorsun? Önce büyük resmi gör, ama hemen ardından ilk küçük adımı seç.

                  2.             Eylem planı yap: Mesela, yeni bir kariyere başlamak istiyorsan ilk adımın ne? CV hazırlamak mı? Bir mentorla konuşmak mı?

                  3.             Sadece bugüne odaklan: “Bugün ne yapabilirim?” sorusu, zihnindeki karmaşayı dağıtacaktır.

Son Söz

“Sen yola çık, yol sana görünür,” yalnızca bir söz değil; bir yaşam felsefesidir. Hayatın belirsizlikleri karşısında cesaretini topla ve ilk adımı at. Büyük hedeflere ulaşmanın yolu, küçük adımlardan geçer. Tıpkı hikayedeki genç gibi, her adımda yolunu biraz daha net görmeye başlarsın.

Hayatta ne kadar ileri gitmek istiyorsan, ilk adımını atmak için o kadar cesur ol. Çünkü unutma, yol ancak yürüyenlere açılır. 

Hakan Mengüç – 5 Aralık 2024

Sufi bakış açısından huzurlu insanların 5 özelliği

Huzurlu İnsanların 5 Özelliği: Bir Sufi Yolculuğu

Huzur… Tıpkı rüzgârın bir yaprağı usulca taşıması gibi, insanın ruhunu bir yerden başka bir yere götüren nazik bir el gibidir. Huzuru tanımlamak zordur ama onu hissettiğinizde bilirsiniz. Bu, sufinin içsel sessizliğinde, bir dervişin üflediği ney sesinde ya da bir semazenin semasında bulduğu bir haldir. Huzur, dışarıdan gelen bir şey değil; içeride, özümüzde saklı olan bir emanettir. Onu bulmak, hatırlamak kadar basittir. Peki, huzurlu insanlar bu dinginliği nasıl bulur? İşte sufi hikmetleriyle harmanlanmış 5 özellik:

1. Kabul Etme Sanatı: Akışa Teslimiyet

Huzurlu insanlar, hayatın bir nehir gibi aktığını bilirler. Ve nehrin akışına karşı yüzmenin sadece yorulmak olduğunu fark ederler. Hayat, bir sufi için Yaradanın bir aynasıdır; akan su, insanın kalbini yıkar, temizler. Onlar bilir ki her olay, her zorluk aslında bir öğretmendir.

Kabul etmek, “olması gereken her şeyin zaten vaktinde olduğunu” anlamaktır. Bu teslimiyet, pasif bir duruş değildir; aksine ilahi düzenine duyulan derin bir güvendir. Mevlânâ’nın dediği gibi: “Dert daima seni arayan bir şifadır.”

Bugün, hayatının aktığı yönü izlemek ve kontrol etmeyi bırakmak için kendine izin ver. Çünkü huzur, akışta gizlidir.

2. Kendisiyle Barışık Olmak: İçsel Dostluk

Bir sufi, önce kendi kalbine yönelir. Huzur, dışarıdaki gürültüleri susturup kendi içindeki dostu bulmakla başlar. Huzurlu insanlar, kusurlarıyla barışıktır. Kendilerini yargılamak yerine, kalplerine şefkatle yaklaşırlar. Çünkü bilirler ki insan, Yaratıcı’nın bir yansımasıdır.

Sufizm bize der ki: “Kendini tanı, ancak o zaman Rabbini tanırsın.” Bu yüzden kendinle dost olmak, sadece huzurun değil, aynı zamanda manevi bir yolculuğun kapısını açar. Bugün kendine dön, yargılamak için değil; anlamak, sevmek ve kabul etmek için.

Belki de bugün kendine şunu hatırlat: ‘Ben bir eksik değilim, ben bir tamamım. Ve bu dünyada kendi varlığımda yeterliyim.’

3. Sadeliği Seçmek: Fazlalıkları Bırakmak

Bir sufi, yüklerle yürümenin insanı yorduğunu bilir. Huzur, fazlalıkları bırakmakla gelir. Hayatta sadeleşmek, tıpkı bir dervişin sadece bir hırka ve bir asa ile yürüyüşü gibidir. Fazla eşyalar, karmaşık düşünceler ve gereksiz meşguliyetler insanı ağırlaştırır.

Sadeliği seçmek, Allah’ın “El-Basît” (ferahlık veren) ismini hayatımıza davet etmektir. Sadelik, hem kalbimizi hem de zihnimizi ferahlatır. Sufiler, “Az, çoktur” der. Çünkü azın berraklığı, huzurun ışığını yansıtır.

Bugün, hayatındaki gereksiz bir yükten kurtulmayı deneyebilirsin. Belki bir eşyadan, belki bir düşünceden… Hafifledikçe huzurun sana yaklaştığını göreceksin.

4. Doğa ile Bağlantı Kurmak: Yaratılışı İzlemek

Doğa, sufinin en derin ilham kaynağıdır. Huzurlu insanlar, doğayı sadece görmekle kalmaz; onunla bütünleşir. Yaprakların titreyişi, bir derenin sesi ya da bir yıldızın ışığı… Bunların her biri, Yaratan’ın bir kelimesidir.

Sufiler der ki: “Evren, Allah’ın açılmış bir kitabıdır.” Huzurlu insanlar, bu kitabın her sayfasını okumaya vakit ayırır. Doğada olmak, insanı ilahi bir uyuma götürür ve huzurun kapısını aralar.

Belki bugün bir ağaca yaslanabilir, toprağın kokusunu hissedebilir ya da rüzgârı yüzünde duyabilirsin. Çünkü doğa, ruhunu besleyen ilahi bir melodidir.

5. Affetmeyi Bilmek: Kalbi Arındırmak

Affetmek, bir sufinin en büyük öğretisidir. Çünkü kin, insanın kalbini karartan bir gölgedir. Huzurlu insanlar, bu gölgeyi bırakır ve affetmenin ferahlığını yaşar. Sufiler, affetmenin insanı özgürleştirdiğini bilir. Çünkü kalpte biriken öfke, sadece taşıyanı zehirler.

Mevlânâ der ki: “Bir mum, başka mumları tutuşturduğunda kendi ışığından bir şey kaybetmez.” Affetmek, içimizdeki ışığı çoğaltır. Bugün, kalbini karartan bir yükten kurtulmaya niyet edebilirsin.

Geçmişte seni üzen biri mi var? Ona dua et, iyi dileklerini gönder ve bu yükü bırak. Çünkü affetmek, yalnızca karşıdakine değil, en çok kendine yapılmış bir iyiliktir.

Huzura Yolculuk: İçsel Sessizlik

Huzur, bir şeylere sahip olmakla gelmez. O, kalbin sessizliğinde, Yaratan’a duyulan güvende saklıdır. Huzurlu insanlar, dışarıda aramak yerine, kendi içlerindeki sükûneti bulmuşlardır.

Bugün, derin bir nefes al. Dış dünyanın gürültüsünü sustur ve içine dön. Huzur, zaten hep oradaydı; sadece onunla yeniden buluşmayı bekliyordu. 

Sufi’lerin Hayat Kaideleri

Merhaba ben Hakan Mengüç, sizlerle sufilerin hayat kaidelerinden bir kısmını paylaşacağım.

Her ne kadar sufiler kelimelere itibar etmese de, dinlemeye çok önemserler. Bu yüzden Mevlana’nın mesnevisi, bişnev in ney yani dinle diye başlar. Olmanın yolu, bilmeden geçer. Bilme ise dinlemeyle başlar. Dinlemeyenler öğrenemezler, öğrenemeyenler bilemezler, bilemeyenlerse olamazlar. O yüzden sufiler için sohbet çok önemlidir.

Sufilerin hayat kaidelerinden bazıları;

Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım? diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursan ol, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekiyle aynı olmasın.
Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

Bu yolda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzunuzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil

Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Bazen bir kapının kapanması, daha hayırlı başka bir kapının açılmasına vesile olur. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

Sabret. Lakin bil ki: sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.

Tek tek her birimiz tamamlanmamış birer sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksikliklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır.”

Acılardan, sancılardan, zorluklardan kaçma. Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Bu yolculukta senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

Ne yöne gidersen git, doğu,batı,kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken mi yolladı sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

Hayatını içinde yemek pişen koca bir kazan olarak düşün. Yaptığın, hissettin, söylediğin her şey bu kazana malzeme olarak giriyor. Öyleyse bu aşa ne kattığını kendine sorman gerek. Kırgınlıklar, kızgınlıklar, kaygı ve endişeler mi? Yoksa aşk, inanç, huzur ve ahenk mi?”

Kazana atabileceğin tek bir malzeme bile o yemeğe zehredebilir. Kimi için para pul, kimi için şan şöhret, kimine kıdem itibar, kimi için kadın, kimi için erkektir tuzak. İnsan neye fazlaca kıymet veriyorsa şu dünyada, evvela ondan kurtulması şart bu yollarda. Bağımlı olduğun her şeyi seni bağlar, ilerlemene izin vermez.

Hayatın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayatın sana
rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir”
diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi
olmayacağını?

Hatta bazen de sınavın sevdiklerin olabilir. İnsan sevdiklerinin iyiliğini istediği için onlara müdahale etmeden duramıyor ama bunun bir faydasını görmüyor aslında. Kendi adıma ben, ancak başkalarına müdahale etmeyi bırakıp, “tevekkül” ettiğim zaman rahat ettim.
Pek çok insan için tevekkül, pasif kalmak demek; hâlbuki tam tersine. Tevekkül,
kabulün ve uyumun getirdiği bir huzur halidir. Edilgen değil, etkendir. Kâinatta
değiştiremeyeceğimiz, tam anlamıyla vakıf olmayacağımız haller vardır. Bu haller
dâhil, tüm var oluşa aşkla yaklaşmak mümkündür.

Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol.
Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan
dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil,
hiçlik bilincidir. Sen düşüncelerin değilsin, sen korkuların değilsin, kaygıların değilsin. Sen muhteşem özsün, huzursun, akışsın. Bunun farkına var.

Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, mademki insan yaradanın özünü içinde taşır. Madem ki ondan ayrı değildir o yüzden buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

Gönül yolculuğundasın bunu unutma! Yolun nereye varacağını da düşünme. Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

Bu bilgiler Elif Şafak’ın “Gönlü geniş ve ruhu gezgin Sufi meşreplilerin 40 kuralı”n alınmıştır.