Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Etiket: kader (page 1 of 1)

Her Şey Üstüne Geldiğinde Orası Kaderinin Değişeceği Yerdir

HER ŞEY ÜSTÜNE GELİP SENİ DAYANAMAYAĞIN BİR NOKTAYA GETİRDİĞİNDE SAKIN VAZGEÇME. ÇÜNKÜ ORASI KADERİNİN DEĞİŞECEĞİ YERDİR

hakan mengüç kamp

Bazen her şey üstüne gelir biliyorum. Dayanamayacağını düşünürsün bir noktadan sonra. Sanki artık son kertedir orası. Tüm varlığınla her şeyden vazgeçmeye hazırsındır artık. Ne umut kalmıştır geriye ne de heves…

Bir yudum su içmeye takatin yok gibi gelir. Dünya sanki sana karşıdır. Bir solukluk refahı bile çok görmüştür. Dert üstüne dert binmiştir. Ne yana baksan dört duvar. Güneş sadece seni aydınlatmıyor. Küsersin hayata… Gücenirsin onca emeğe, iyi niyete ve sevgiye rağmen seni yarı yolda bırakan kaderine. Yüzüne gülmeyen talihine…

Karanlıktır etrafın. Bir adım ötesini bile göremez hale gelmişsindir.  El yordamıyla düşe kalka yürümeye devam etmek istemiyorsundur artık. “Bunu hak etmedim” diyorsundur kendine sürekli…

“Ben bunu hak etmedim.” 

Karanlıkta bir sağanak başlar… dünyanın bütün dertleri toplanıp üzerine yağar adeta ve sen zaten bir kaşık suda boğulmaya razısındır ki zaten. Çabasız, eylemsiz, ümitsiz öylece beklersin. 

Orası sondur senin için. 

Son!

Oysa hatırlasan keşke renkli gökkuşağı sağanak yağmurlardan sonra belirir gökyüzünde. Hatırlasan keşke günün en karanlık saati şafağa en yakın vakittir, güneş kapıda seni beklemektedir. 

İnsanoğlunun en iyi bildiği halde sürekli unuttuğu değişmez kaidelerden biridir bu. 

Gecenin en karanlık saati güneşe en yakın olduğu vakittir. 

Aydınlık artık bir an meselesidir. Ufukta sapsarı bir umut, koyu karanlığı orta yerinden kesip haşmetle yükselmektedir.   

Ve aydınlık neden kutsaldır o an bilir misin? 

Çünkü gece fazlasıyla uzun ve karanlık geçmiştir. 

Şükür neden kıymetlidir o an bilir misin? 

Gözlerin görebildiği halde kör yaşamayı tecrübe ettiğin içindir. 

İnsan en çok ıstırabından şikâyet eder ama bütün mutluluğunu da ıstırabına borçlu olduğunu bilir. Kazanmayı öğrenir kaybettiği için, sevmeyi öğrenir yalnız kaldığı için, omuz vermeyi öğrenir çelmeyle devrildiği için, bağışlamayı öğrenir yorulduğu için, sadakati öğrenir terk edildiği için…

Kahramanlığı hep dışarıda arar insan. Başkalarının hikayelerini dinler, başkalarının zaferlerini izler, başkalarının kahramanlığına hayranlık duyar.  Dışarıya odaklı olduğundan kendi kahramanlık hikayesini ıskalar. 

Kim gibi olmak isterdin belki birçok isim sıralardın. 

“Neden?” Diye sorsam. 

Takdir ederek ve onaylayarak anlatmaya başlardın bana hepsinin zorlu hayat hikayelerini. Yokluktan gelmiştir, kimse ona inanmamıştır ama o inat etmiştir, küçük yaşta yalnız kalmıştır ama hiç pes etmemiştir, çok yeteneklidir, kendini geliştirmek için gece gündüz çalışmıştır, çok düşmüştür ama her defasında ayağa kalkmıştır, haksızlığa uğramıştır ama dönmemiştir yolundan, ihanete uğramıştır ama inandığı şey uğruna verdiği mücadeleye sadık kalmıştır. Ve sonunda senin hikayesine hayran olduğun kahramana dönüşmüştür. 

Şimdi durup bir de kendine bak lütfen. 

Sen hiç mi başarmadın imkansızı? Yapamazsın dedikleri halde yapabildiğin hiçbir şey olmadı mı yani? Tırmanmazsın dedikleri ağaca tırmanmadın mı, sevemezsin dedikleri insanı herkesten çok sevmedin mi, yanarsın dedikleri halde küllerinden doğmadın mı? Hiç mi ihanete uğramadın hiç mi terk edilmedin, hiç mi dışlanmadın, hiç mi yalnız bırakılmadın? Yine de her defasında devam etmedin mi yola? Hiç mi affetmedin kimseyi, hiç mi kucak açmadın mı sana muhtaç kalana? Karnını doyurmadın mı bir sokak kedisinin, Pazar çantasını taşımadın mı bir komşunun, evine bırakmadın mı mahalleden bir arkadaşı, hesabını ödemedin mi işsiz kalan dostunun, hakkını helal etmedin mi vefasızlık eden sevgiliye? 

Bu bir başkasının hikayesi olsaydı eminim hayran olurdun? Ama bu sensin ve kendi hikayene hayranlık duymaktan imtina ediyorsun. Bunlar seni sanki daha az kahraman yaparmış gibi düşünüyor, kendi yürek gücüne, iradene, yeteneklerine ve yaşam sevincine çelme takıyorsun, haksızlık ediyorsun. 

Hayat bir tek seni sevmiyormuş gibi davranmaktan vaz geç artık. Hiçbir şey sana karşı değil… Hiçbir şey sana rağmen değil… Her şey seninle var ve her anın içinde bir anlam gizli…

Bir sufi öğrencisine ustalarının öğretmeye çalıştığı en değerli gönül terbiyesi nedir bilir misin? 

İyi ile kötü arasındaki sınırları kaldırabilmesi… 

İyi tek başına yoktur. Kötü de tek başına yoktur. Bir şey sadece iyi olamaz, sadece kötü de olamaz. Aynı anda hem iyi hem kötüdür. Aynı anda hepsidir ve birdir. 

Olana nereden baktığındır fark yaratan. 

Olanı ne şekilde kabullenip benimsediğindir sonucu değiştiren. 

Sen “Paramı kaybettiğim için battım” dersin. 

Öteki “Paramı kaybettiğim için kazanmayı öğrendim” der. 

Sen “İyi bir ailem olmadığı için başaramadım” dersin. 

Öteki “İyi bir ailem olmadığı için başardım” der. 

Sen “Hep sırtımdan vurulduğum için kimseye güvenmiyorum” dersin. 

Öteki “Hep sırtımdan vurulduğum için kime güvenileceğini öğrendim” der. 

Başımıza gelen her şey durumdur, sonuç değil… Sonucu belirleyen şey durumu ne şekilde ve nasıl algılayıp benimsemeyi tercih ettiğimizdir. 

Mevlana’nın da işaret ettiği şey tam da budur. 

Bazen yorucu ve yıkıcı olabilir senin için. Ama unutma ki hiçbir şey sadece yorucu ve yıkıcı olamaz. Pes ettiğinde madalyonun diğer yüzünü görme şansın yok. Ama hayata şans verdiğinde kaderin de değişmesine izin vermiş olursun. Madalyonun diğer yüzünü yaşamayı da hak ediyorsun çünkü… İyi ya da kötü değil, doğru ya da yanlış değil… Hayat sana sunulmuş bir madalyon ve istesen de istemesen de her şeyin görünmeyen bir yüzü daha var. Yapman gereken tek şey hayata bir şans daha verip madalyonun hak ettiğin diğer yüzünü de yaşamak… 

Çok sevdiğim bir hikâye var… Ne vakit “hayat benden yana değil” diye düşünsem aklıma gelir ve madalyonun bir yüzü daha olduğunu hatırlatır bana. 

İzin verirsen anlatayım; 

Ayaza kesmiş buz gibi bir Aralık sabahıydı. Koydaki balıkçı tekneleri “vira” deyip denize açıldılar yine de. Ancak öğleden sonra öyle büyük bir fırtına koptu ki akşam olduğunda bile hiçbir tekne geri dönmemişti hala.

Kimseleri uyku tutmadı o gece… Sevdiklerinin geri dönmesi için ne yapacağını bilemeyen anneler, eşler, sevgililer ve çocuklar limanda bir aşağı bir yukarı volta atıp ellerini kalplerinde dualar ettiler, gözyaşı döktüler. Bütün bu çaresizliğin ortasında limana yakın kulübelerden birinde yangın çıkmasın mı? Kasabanın erkekleri denizde olduğu için yazık ki yangını kontrol altına alıp söndürmek mümkün olmadı. Kulübe herkesin gözü önünde kül oluverdi. 

Sabah olduğunda uykusuz ve yorgundu herkes… Gözler büyük bir umutla ufka dönüktü hala… Bir ara bir balıkçı teknesi belirdi ufuk çizgisinde. Sonra bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha…

Büyük bir sevinç ve coşku kaplamıştı kasabalıların yüreğini. Balıkçı filosu gittiği gibi sapasağlam geri dönmüştü işte. Ancak aralarında biri ümitsizlik ve acı içindeydi. Dün geceki yangında kulübesi küle dönenen balıkçının karısı… 

“Evimiz yandı!” diye yakarıyordu. Başını ellerinin arasına almış ağlıyordu durmadan.

“Biz mahvolduk! Bittik artık! Evimiz bütün eşyalarıyla yandı! Biz kül olduk artık!”

Balıkçı koca, elini havaya kaldırmış selamlıyordu karısını gülümseyerek. 

“Ağlama kadınım ağlama” diyordu. “Bize o yangını verene şükürler olsun. Yanan kulübemizin ışığı sayesinde bütün tekneler yolumuzu bulabildik, bak sağ salim dönebildik sevdiklerimizin yanına.”