İlk Sufi: Hz. Rabia ve İlahi Aşkın Hakikati

Bazı isimler vardır ki, tarihin akışını değiştirir. Onlar, bir çağın yönünü döndürür, yeni bir kapı aralar. İşte Hz. Rabia da böyle bir isimdi. O, tasavvufun özünü kavrayıp en saf haliyle yaşatan, Allah’a duyulan aşkı bambaşka bir seviyeye taşıyan ilk sufi olarak kabul edilir. Peki neden? Neden onu ilk sufi olarak görüyoruz? İşte cevabı…

Korkudan Aşka: İslam’ın Değişen Yüzü

Hz. Muhammed’in vefatından sonra İslam dünyasında büyük bir karışıklık başladı. Dört halifeden üçü suikast sonucu öldürüldü. Ardından Muaviye’nin liderliğiyle İslam, Emevilerin eline geçti. Bu noktadan sonra din, Hz. Muhammed’in sevgi dolu mesajından uzaklaştı ve korku eksenli bir anlayışa dönüştü. İnsanlar artık Allah’ı sevgiyle değil, cehennem korkusuyla anıyordu. İşte tam da bu noktada Hz. Rabia sahneye çıktı.

O, “Allah’a korkuyla değil, aşkla yönelinmeli.” diyerek bir çağrıda bulundu. İnsanlar, Allah’ın rahmetinden çok gazabını konuşurken, o tek başına çıktı ve dedi ki:

“Allah’ım! Eğer yaptığım ibadetleri cehenneminden korktuğum için yapıyorsam, beni cehennemine at. Eğer cennetine ulaşmak için yapıyorsam, cennetine alma. Ama yalnızca sana olan sevgim için yapıyorsam, beni sana ulaştır.”

Hz. Rabia

Düşünsene, herkes korkuyla titreşirken, bir kadın kalkıp korkuya meydan okuyor ve “Allah’tan korkmayın, O’nu sevin.” diyor. İşte bu, bir devrimdi.

Neden ona ilk Sufi diyoruz

Tasavvufun özü, Allah’a duyulan koşulsuz sevgidir. Hz. Rabia, ibadetlerini bir ödül veya ceza sistemine bağlamadan yaptı. O, Allah’a duyduğu aşk için ibadet etti. Hiçbir beklentisi yoktu. Cennet istemedi. Cehennemden kaçmadı. O sadece sevdi. İşte onu ilk sufi yapan şey tam olarak buydu!

Bu düşünce, tasavvufun temelini oluşturdu. Onun açtığı yoldan sonra gelen tüm sufiler, ilahi aşkın peşine düştü. Mevlana, Yunus Emre, Hallac-ı Mansur… Hepsi onun izini takip etti.

Hz. Rabia’nın Hayatı: Kölelikten Özgürlüğe

Hz. Rabia, 8. yüzyılda Basra’da fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. O kadar yoksul bir ailede doğmuştu ki, annesi ve babası onu beslemekte zorlanıyordu. Rivayetlere göre, bir gün Hz. Rabia kaçırıldı ve köle olarak satıldı. Ancak o, içinde taşıdığı manevi ışık ve sabırla bu zor zamanları aştı. Köle olduğu evde bile sürekli ibadet etti, Allah’a olan aşkını ve teslimiyetini hiç kaybetmedi.

Bir gün, efendisi onun geceleri uyanıp ibadet ettiğini ve gözyaşları içinde dua ettiğini fark etti. Onun bu manevi derinliği karşısında öyle etkilendi ki, Hz. Rabia’yı serbest bıraktı. Özgürlüğüne kavuşan Rabia, dünya nimetlerinden elini eteğini çekti ve kendini tamamen Allah’a adadı.

İlahi Aşkın Kadını

Serbest kaldıktan sonra Hz. Rabia, Basra çöllerinde inzivaya çekildi. Dünyevi hiçbir şeye ihtiyacı yoktu; onun için tek önemli olan, Allah’a duyduğu aşktı. İnsanlar ondan dua istemeye, sohbetlerinden ders almaya başladı. Hatta birçok kişi ona evlenme teklif etti, ancak o her seferinde şu cevabı verdi:

“Benim gönlüm Allah’a bağlı. O’nun aşkı içimde bu kadar büyükken, bir başkasına yer nasıl bulabilirim?”

Hz. Rabia’nın en büyük öğretilerinden biri, gerçek özgürlüğün Allah’a duyulan aşkta saklı olduğu idi. O, dünyevi hiçbir şeye bağlanmadı, yalnızca ilahi aşkla yaşadı.

Hz. Rabia’nın Mirası

Bugün bile Hz. Rabia’nın mesajı tasavvufun en güçlü köklerinden biri olarak yaşamaya devam ediyor. Eğer gerçekten tasavvufu anlamak istiyorsan, korkularını bir kenara bırakmalısın. Allah’a ceza veren bir otorite gibi değil, sonsuz bir sevgi kaynağı olarak bakmalısın. İşte Hz. Rabia’nın öğrettiği en büyük hakikat budur.

Hz. Rabia’nın mirası, yalnızca İslam dünyasında değil, tüm insanlık için derin bir anlam taşır. Onun aşk temelli öğretileri, manevi yolculuğunu arayan herkes için ilham kaynağı olmaya devam ediyor. O, yalnızca bir sufi değil, Allah’a ulaşmanın en saf yolunu gösteren bir ışık oldu.

Peki sen, Allah’a korkuyla mı yoksa aşkla mı yöneliyorsun? Çünkü unutma, yolun nasıl devam edeceği, onu nasıl yürüdüğüne bağlıdır…

Hakan Mengüç / 22 Şubat 2025