Hayat bazen bir yol ayrımına getirir insanı. Hangi yöne gitsen, bilinmezlik perdesi ardında bekler. Fakat unutma, “doğru zaman” diye bir şey yoktur. Sen niyet ettiğinde, yollar kendiliğinden belirir. İnsan bekledikçe kaybolur; yola çıktıkça, yolda kendini bulur. 🍃
“Yola çık yol sana görünür.”
Mevlana
Kalbin Sesi ve Hakikatin Yolu
Zihnin şüpheyle dolsa da kalbin sana en saf hakikati fısıldar. Mevlana’nın dediği gibi, “Ne arıyorsan, sen o’sun.” O nedenle şüphelerini bir şansa dönüştür ve kalbinin kapısını arala. Çünkü Allah’a giden yollar kalplerden geçer. 🌿
“Gönül aynasını temiz tut ki hakikati görebilesin.”
Hacı Bektaş-ı Veli
Beklemek mi, Adım Atmak mı?
Hayat, durup bekleyenleri değil, cesaretle adım atanların önünü açar. Çünkü bir yolcunun yoldaşı, ancak kendi yürek ateşidir. Sen adım attıkça kapılar aralanır, yollar düşen yapraklar gibi serilir önüne. Hakikat, harekette gizlidir. 🌙
“Yol aşk ile yürünmezse, çileye dönüşür.”
Yunus Emre
Anın Kıymetini Bilmek
Tasavvufta zaman, sonsuzluktur; ancak insan, kendi anının şuurlu farkına vardığında özgür olur. Mükemmel anı beklemek, kızıl ufku seyredip güneşin doğmasını beklemeye benzer. Oysa güneş, sen ona yönelince aydınlatır.
“Geçmişe takılıp kalma, gelecek için kaygılanma. Anı yaşa, an hakikattir.”
Şems-i Tebrizi
Bugün, kendi gerçeğinin farkına var. Beklemek yerine şu anın kudretini hisset ve harekete geç! Çünkü varlığın hakikati, sen onu yaşamaya başladığında ortaya çıkar. ✨
Mevlana Döneminde Tasavvuf: Manevi Yolculuğun Altın Çağı
Tasavvuf, insan ruhunun derinliklerine inen, ilahi aşk ve hakikati arama yolculuğudur. 13. yüzyılda, Mevlana Celaleddin Rumi’nin yaşadığı dönem, tasavvufun en parlak ve etkili zamanlarından biri olarak kabul edilir. Peki, Mevlana’nın döneminde tasavvuf nasıl bir yol izliyordu? Bu yazıda, o dönemdeki tasavvufi yaşamı, Mevlana’nın tasavvufa kattıklarını ve bu geleneğin düşünsel boyutunu inceleyeceğiz.
Mevlana ve Tasavvuf
Mevlana Celaleddin Rumi, tasavvuf anlayışıyla yüzlerce yıldır insanların ruhuna ışık tutmuş bir bilgedir. Onun tasavvufu, kuralcılıktan uzak, sevgi ve aşk merkezli bir anlayıştır. Mevlana’nın öğretileri, sadece teorik bir düşünce sistemi değil, aynı zamanda yaşama dair pratik bir yol haritası sunmaktadır.
Mevlana, Şems-i Tebrizi ile tanıştıktan sonra tasavvufi dünya görüşünde büyük bir dönüşüm yaşamış ve bu dönüşüm eserlerine de yansımıştır. Mesnevi, bu dönüşümün en büyük kanıtlarından biridir ve tasavvufun en derin meselelerini hikayeler ve metaforlar yoluyla açıklayan bir başyapıttır.
13. Yüzyılda Tasavvufun Toplumsal Rolü
Mevlana’nın yaşadığı dönem, Moğol istilalarının ve toplumsal kaosun yoğun olduğu bir zamana denk gelir. Bu dönemde tasavvuf, yalnızca bireysel bir manevi arayış değil, aynı zamanda toplumun huzur bulması için de bir yoldu.
Tasavvufi hareketler, insanların maneviyatını geliştirmesi ve barış içinde bir arada yaşaması için rehberlik eden yapılardı. Mevlana’nın temsil ettiği Mevlevilik, bu dönemde öne çıkan tasavvufi ekollerden biri oldu. Semazenlerin dönerek yaptıkları sema mukabeleleri, insanın ilahi aşka ulaşma arayışının bir simgesi olarak kabul edildi.
Mevlana Döneminde Tasavvufi Anlayış
Mevlana’nın tasavvufi anlayışı şu temel ilkeler üzerine kuruludur:
Aşk: Mevlana’nın tasavvufu, korku veya kurallara dayalı değil, mutlak aşka dayalıdır. Ona göre, Allah’a ulaşmanın yolu sevgi ve aşktan geçer.
Tevazu ve Hiçlik: Mevlana, insanın egosunu aşması ve hiçlik makamına ulaşması gerektiğini savunur.
Birlik: Mevlana’ya göre, “Ne olursan ol yine gel” sözü, tasavvufun bütünleştirici ve herkesi kapsayan yapısının en güzel özetidir.
İçsel Yolculuk: Tasavvuf, dış dünyadan çok insanın kendi içine dönmesiyle ilgilidir. Mevlana’nın sema ritüeli, bu iç yolculuğun görsel bir ışığı gibidir.
Mevlana Tasavvufunun Bugünükü Etkisi
Bugün dünyanın dört bir yanında Mevlana’nın sözleri hala ilham vermeye devam ediyor. Onun mesajı, sadece bir dine veya inanç sistemine değil, evrensel insan sevgisine dayanır. Batılı filozoflar, psikologlar ve manevi liderler de Mevlana’nın öğretilerinden etkilenmiştir.
Mevlana’nın mirası, bugün modern bireyin anlam arayışına rehberlik eden şaheserlerden biri olmaya devam etmektedir.
Merhaba yol arkadaşım 🌙 Kendini değerli hissetmek için sevilmek zorunda değilsin. Değerin, başkalarının sana olan sevgisiyle ölçülemez. Sen, kendi varlığınla biriciksin ve kıymetlisin. Bazen sadece durup kendi içindeki ışığı fark etmen gerekir. Başkalarının onayına ihtiyaç duymadan, sadece kendin olarak ne kadar değerli olduğunu hatırla. Çünkü sen, olduğun haliyle tam ve yeterlisin.
Bugün kendine biraz sevgi ve şefkat ver. Çünkü bunu en çok hak eden sensin. 🌟Ve unutma, sen kendini sevmeye başladığında ve “sevilmek zorundayım” düşüncesinden vazgeçtiğinde, seni gerçekten seven insanlar yoluna çıkacak.
Bugün, 1 Ocak… Yeni bir yılın ilk günü. Hayat, önümüze her sabah yeni bir sayfa sunar. Ama bazı sabahlara daha farklı anlamlar veririz; tıpkı bu gün gibi. Yeni yıl, her birimiz için yeni bir hikâye yazma fırsatıdır. Bu hikâyeyi nasıl yazacağımız ise tamamen bize bağlıdır.
Mevlana der ki: “Dünle beraber gitti düne ait ne varsa, bugün yeni şeyler söylemek lazım.”
İşte yeni bir yıl, bu yeni sözleri söylemek için karşımıza çıkan eşsiz bir fırsattır. Ancak unutmayalım ki hayat, her zaman planlarımızı onaylayan bir dost gibi davranmaz. Kimi zaman kapılar kapanır, yollar taşlarla dolar ve umutlarımız kırılır. İşte tam da burada teslimiyet devreye girer.
Teslimiyet: Vazgeçmek Değil, Güvenmektir
Teslimiyet, çoğu kişinin sandığı gibi bir çaresizlik değil, büyük bir bilgeliktir. Teslimiyet, hayatın akışına güvenmek, kontrol edemediğimiz şeyleri bırakıp huzuru bulmaktır. Bazen bir kapı kapanır, ama o kapının kapanışı, önümüzde daha güzel bir kapının açılmasına vesile olur. Kapanan kapıya saplanıp kalmak yerine, önümüzdeki yeni fırsatlara yönelmek gerek.
Belki de geçtiğimiz yıl istediğin bir şeyin olmaması, bu yıl gerçekten ihtiyacın olan şeyin olması için bir vesile olacak. Hayatta her şey, bize öğretmek için var.
Mevlana’nın dediği gibi: “Sana dert gibi görünen, aslında hazine; sana engel gibi görünen, aslında rehber.”
Umut: Ruhun Işığı
Umut, karanlık gecede parlayan bir yıldız gibidir. Bize yol gösterir, içimizdeki gücü açığa çıkarır. Yarın daha güzel bir gün olacak diyebilmek, insanın kendi kendine sunduğu en büyük hediyedir.
Bu yıl, dileklerini dualaştır. Onları yüce makama havale ederken, sen de adımlarını sağlam ve kararlı bir şekilde atmayı unutma. Çünkü dua, yalnızca kalpten gelen bir niyet değil, aynı zamanda hayata atılmış güçlü bir adımdır.
Yeni Yılın Mesajı
Yeni yılı sevgiyle, umutla ve teslimiyetle kucaklayalım. Hayatı bir öğretmen, olayları birer ders ve insanları yol arkadaşları olarak görelim. Her şey bir bütünün parçasıdır; biz de bu akışın bir parçasıyız.
Sufilerin dediği gibi “Ne gelirse gelsin, hoşgör; çünkü her şey Hakk’tandır.”
Bu yıl, her sabaha bu anlayışla uyan. Kalbini sevgiyle, ruhunu huzurla doldur. Teslimiyetle akışa güven ve umudun ışığında yeni yollar keşfet. Çünkü yeni yıl, senin hikâyeni yazmanı bekleyen bir sayfadır.
2. Umut: Zor zamanlarda bile yarının ışığını görebilmek için umut tohumları ek. Umut, seni güçlü kılacak.
3. Şükür: Sahip olduklarına odaklan ve şükretmeyi alışkanlık haline getir. Şükür, bereketi artırır.
4. Kendine Yatırım: Bu yıl, seni mutlu eden bir yeteneğini geliştirmek veya yeni bir şey öğrenmek için zaman ayır. Hayat, kendine kattıklarınla güzelleşir.
Yeni yıl, senin olsun! Sevgiyle…
Bizden haberler:
Bu yıl ara verdiğimiz kamplarımıza yeniden başlıyoruz! 🌿
Ayrıca, online olarak dünyanın her yerinden katılabileceğiniz tasavvuf dersleri de vereceğim. 💻✨
Bunların yanı sıra, hem İstanbul’da hem de Avrupa’da yüz yüze eğitimlerimiz olacak. 🌍
Sen sadece niyet et; hangisi senin için hayırlıysa, yollar bir şekilde kesişir.
Ne kadar karanlık olursa olsun gece, sabahın aydınlığı her zaman gelir. Ve bil ki, her fırtına bir gün diner, her yara bir gün şifa bulur.
Umut, içindeki baharın ilk tomurcuğudur; hatırla, hiçbir kış sonsuza dek sürmez. 🍃
Bugün, kendine şunu hatırlatmanı isterim: Güzel günler yalnızca bir hayal değildir; onlar senin cesaretinle, sabrınla ve inancınla şekillenir.
Mevlânâ’nın dediği gibi, “Dert, insana yol gösteren bir lütuftur.” 🌱
Belki de bugün yaşadığın her zorluk, seni çok daha güçlü, çok daha bilge bir insana dönüştürüyor.
Gözlerini kapat, derin bir nefes al, ve şükret… 🌿
Hem gelen güzellikler için hem de yolunu aydınlatan bu an için. Unutma, senin ışığın her zaman, ama her zaman parlamaya hazır. 🍀
English 🇺🇸
Today, I wanted to share this message with you… 🌿
No matter how dark the night may be, the light of dawn always comes. And know this: every storm will pass, and every wound will heal in time. Hope is the first bud of spring within you; remember, no winter lasts forever. 🍃
Today, I ask you to remind yourself of this: Beautiful days are not just dreams; they are shaped by your courage, patience, and faith. As Mevlana said, “Trouble is a gift that guides us to the path.” Perhaps the challenges you face today are transforming you into a stronger and wiser person. 🌱
Close your eyes, take a deep breath, and be thankful… 🌿 Be thankful for the beauty that has come and for this moment that lights your path. And never forget, your light is always, always ready to shine. 🍀
فارسی 🇮🇷
امروز میخواستم این پیام را با تو به اشتراک بگذارم… 🌿
فرقی نمیکند شب چقدر تاریک باشد، نور صبح همیشه میآید. و بدان که هر طوفانی روزی فروکش میکند و هر زخمی روزی التیام مییابد. امید، نخستین جوانهی بهار در درون توست؛ به یاد داشته باش که هیچ زمستانی تا ابد ادامه ندارد. 🍃
امروز از تو میخواهم این را به خودت یادآوری کنی: روزهای زیبا تنها یک رویا نیستند؛ آنها با شجاعت، صبر و ایمان تو شکل میگیرند. همانطور که مولانا گفته است: “درد، نعمتی است که راه را به انسان نشان میدهد.” شاید چالشهایی که امروز با آنها روبرو هستی، تو را به انسانی قویتر و خردمندتر تبدیل میکنند. 🌱
چشمانت را ببند، نفسی عمیق بکش و شکرگزار باش… 🌿 شکرگزار زیباییهایی که آمدهاند و این لحظهای که مسیرت را روشن میکند. و فراموش نکن که نور درون تو همیشه، همیشه آمادهی درخشیدن است. 🍀
Русский 🇷🇺
Сегодня я хотел поделиться с тобой этим посланием… 🌿
Как бы ни была темна ночь, свет утра всегда приходит. И знай, любая буря однажды утихнет, любая рана когда-нибудь заживёт. Надежда — это первая почка весны внутри тебя; помни, ни одна зима не длится вечно. 🍃
Сегодня я хочу, чтобы ты напомнил себе: хорошие дни — это не просто мечта, они создаются твоей смелостью, терпением и верой. Как говорил Мевляна: «Беда — это благословение, которое указывает человеку путь». 🌱 Возможно, все трудности, которые ты переживаешь сегодня, делают тебя сильнее и мудрее.
Закрой глаза, сделай глубокий вдох и поблагодари… 🌿 И за те красоты, которые уже пришли в твою жизнь, и за этот момент, освещающий твой путь. Помни, твой свет всегда готов сиять, всегда. 🍀
Желаю тебе благословенной пятницы.
Deutsch 🇩🇪
Heute wollte ich diese Botschaft mit dir teilen… 🌿
Egal, wie dunkel die Nacht ist, das Licht des Morgens kommt immer. Und wisse: Jeder Sturm wird vorübergehen, und jede Wunde wird eines Tages heilen. Hoffnung ist die erste Knospe des Frühlings in dir; erinnere dich daran, dass kein Winter ewig dauert. 🍃
Heute bitte ich dich, dir selbst Folgendes in Erinnerung zu rufen: Schöne Tage sind nicht nur Träume; sie entstehen durch deinen Mut, deine Geduld und deinen Glauben. Wie Mevlâna sagte: „Kummer ist ein Geschenk, das uns den Weg weist.“Vielleicht verwandeln dich die Herausforderungen, die du heute erlebst, in einen stärkeren und weiseren Menschen. 🌱
Schließe deine Augen, atme tief ein und sei dankbar… 🌿 Sei dankbar für die Schönheit, die gekommen ist, und für diesen Moment, der deinen Weg erhellt. Und vergiss nie: Dein Licht ist immer bereit, zu strahlen. 🍀
Español 🇪🇸
Hoy quería compartir este mensaje contigo… 🌿
No importa cuán oscura sea la noche, la luz del amanecer siempre llega. Y debes saber que toda tormenta termina algún día, y toda herida encuentra su sanación. La esperanza es el primer brote de primavera dentro de ti; recuerda, ningún invierno dura para siempre. 🍃
Hoy quiero que te recuerdes esto: Los días hermosos no son solo un sueño; se crean con tu valentía, paciencia y fe. Como dijo Mevlana: “El sufrimiento es un regalo que guía el camino del ser humano.” Quizás los desafíos que enfrentas hoy te están transformando en una persona más fuerte y sabia. 🌱
Cierra los ojos, respira profundamente y agradece… 🌿 Agradece por las bellezas que han llegado y por este momento que ilumina tu camino. Y nunca olvides: tu luz siempre está lista para brillar. 🍀
العربية 🇸🇦
اليوم أردت أن أشاركك هذه الرسالة… 🌿
مهما كانت الليلة مظلمة، فإن نور الصباح سيأتي دائمًا. واعلم أن كل عاصفة ستنتهي يومًا ما، وكل جرح سيجد شفاءه. الأمل هو أول برعم للربيع داخلك؛ تذكر أن لا شتاء يدوم إلى الأبد. 🍃
اليوم أريدك أن تذكر نفسك بهذا: الأيام الجميلة ليست مجرد حلم؛ إنها تتشكل بشجاعتك وصبرك وإيمانك. كما قال مولانا: “المحنة نعمة ترشد الإنسان إلى الطريق.” ربما التحديات التي تواجهها اليوم تحولك إلى شخص أقوى وأكثر حكمة. 🌱
أغمض عينيك، خذ نفسًا عميقًا، واشكر… 🌿 اشكر على الجمال الذي جاء وعلى هذه اللحظة التي تنير طريقك. ولا تنسَ أبدًا: نورك دائمًا مستعد للتألق. 🍀
Ülkemizde 25 Aralık Noel ile 31 Aralık yılbaşı sıklıkla karıştırılır ve yılbaşı kutlamaları üzerine tartışmalar bir türlü son bulmaz. Ancak bu yazıda, bu tartışmalara hiç girmeden sizlere 25 Aralık’ın neden neredeyse her kültürde kutlandığını anlatmak istiyorum. Umarım bu bilgiler, bilgi dağarcığınıza anlamlı bir katkı sağlar.
25 Aralık denince genellikle akla Noel ve Hristiyanlık gelir. Ancak, Hz. İsa’nın doğum günü (Noel) olarak bu tarihin kutlanması, Hristiyanlığın ilk yıllarında değil, onun doğumundan tam 325 yıl sonra başlamıştır. Bu karar, o zaman Roma İmparatorluğu sınırlarında olan Bursa’nın İznik ilçesinde düzenlenen İznik Konsili’nde alınmıştır.
Neden 25 Aralık?
Romalılar için 25 Aralık zaten özel bir gündü. Her yıl bu tarihte “Sol Invictus” yani “Yenilmez Güneş” festivalleri düzenlenirdi. Roma İmparatorluğu, Hristiyanlığı resmi din olarak kabul ettiğinde, bu tarihi yeni bir anlamla yeniden şekillendirdi. Böylece eski gelenekler, Hristiyanlıkla harmanlanarak yaşamaya devam etti.
25 Aralık ve Farklı Kültürler
25 Aralık, sadece Hristiyanlık değil, birçok farklı kültür ve inanç için de özel bir anlam taşır. Bu tarihte, güneşin yeniden doğuşu ve karanlığın sona erişi kutlanmıştır. İşte bu güne anlam katan bazı kültürler:
• Zerdüştlük ve Pers Kültürü: Güneşin tanrısı Mitra’nın doğumu, karanlığa karşı zaferin sembolüdür.
• Eski Mısır: Güneş tanrısı Ra’nın yeniden dirilişi, hayatın ve doğanın döngüsünü kutsar.
• Türkler (Nardugan): “Nar” güneşi, “Tugan” doğmayı ifade eder; güneşin zaferini kutlar.
(Eski Türklerin Nardugan Bayramını kutlamasını temsil eden resim)
• Vikingler ve İskandinavlar (Yule): Güneşin dönüşü ve doğanın yenilenmesi kutlanır.
• Maya ve Aztekler: Güneşin yeniden doğuşu ve doğa döngüsü, tanrı Huitzilopochtli ile ilişkilendirilir.
• Keltler ve Druidler: Doğanın yeniden canlanışı bir yeni başlangıcı temsil eder.
• Hint Kültürü: Güneş tanrısı Surya’ya adanan festivaller, güneşin kuzeye doğru hareketini kutlar.
• Slavlar (Koleda): Baharın başlangıcı ve güneşin zaferi için umut ışığıdır.
• Japonlar: Amaterasu’nun mağaradan çıkarak dünyaya ışık getirmesi, umudun ve ışığın zaferini simgeler.
• Hristiyanlık Hristiyanlıkta (özellikle Katolik gelenekte), Vatikan’da her yıl 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece yarısı özel bir ayin düzenlenir. Bu ayinde, Hz. İsa’nın doğumunun sembolik olarak anıldığı bir sahne hazırlanır. Saat tam 00:00’da, bu sahnedeki beşiğe Hz. İsa’yı temsil eden bir bebek figürü yerleştirilir ve bu, İsa’nın doğuşunu simgeler.
Kış Gündönümü ve Güneşin Zaferi
21 Aralık, yılın en uzun gecesinin yaşandığı gündür. Gündönümünden itibaren üç gün boyunca (22-23-24 Aralık) güneş aynı noktadan doğar. Ancak 25 Aralık’ta, gündüzler uzamaya başlar ve güneş karanlığa galip gelir. Bu astronomik olay, pek çok kültürde yeniden doğuşun, umudun ve ışığın sembolü olarak görülmüştür.
Sirius Yıldızı
Sirius yıldızı, gökyüzündeki en parlak yıldız olarak, 21 Aralık kış gündönümünde Orion’un Üç Kral yıldızı (Alnitak, Alnilam, Mintaka) ile hizalanır ve güneşin doğacağı noktayı işaret eder. 22-23-24 Aralık tarihlerinde güneş aynı noktada “hareketsiz” kalır, ancak 25 Aralık’ta günler uzamaya başlar. Bu kozmik hizalanma, eski kültürlerde güneşin yeniden doğuşunun, karanlığın sona erdiğinin ve yeni başlangıçların sembolü olarak kutlanmıştır.
Güneşin Eski İnsanlar İçin Önemi
Bugün ışıklarla aydınlanan şehirlerde yaşıyoruz, ancak eski insanlar için güneş, sadece bir ışık kaynağı değil, yaşamın tam kalbiydi. Tarım için hayati öneme sahipti, mevsimlerin döngüsünü belirlerdi ve onların rehberi olurdu. Güneş aynı zamanda kutsal kabul edilir, yeniden doğuşun, düzenin ve umudun sembolü olarak görülürdü. Her sabah doğup her akşam batması, sonsuz bir güven ve yaşam enerjisi sağlardı.
Bir Tefekkür ve Yeniden Doğuş Günü
Yazıdan da anlaşılacağı gibi binlerce yıldır insanlar, bu günü bir dini bayram olarak değil, güneşin yeniden doğduğu bir gün olarak kutladılar.
Sen de bugünü kendin için bir tefekkür ve içe dönüş günü haline getirebilirsin. Bu günü, kendini tanıma yolculuğunda bir durak ve yeniden doğuş fırsatı olarak gör. Tıpkı güneşin karanlığa galip geldiği gibi, sen de kendi içindeki karanlıklara ışık tutabilir ve hayatında yeni bir başlangıç yapabilirsin.
İnsanların büyük bir kısmı— %99.99’undan bahsediyorum—dinlerini, öğretilerini, inançlarını, yalnızca başkalarının onlara öğrettikleri şekilde yaşarlar. Sorgulamaz, hissetmez, kalplerini işin içine katmazlar. Çoğu zaman inanç zannetikleri, aslında toplumun örf, adet ve geleneklerinin aktarımıdır. Ben de bu şekilde büyüdüm. Ailem dindar bir aile değildi ama sonuçta toplum ve çevre bana bir inanç kalıbı aşılamıştı.
Dini araştırmaya ve din hakkında konuşan, vaazlar veren insanların aralarında bulunmaya başladıkça, hiç bitmeyen kavgalara, tartışmalara şahit olmaya başladım. Sakal, cübbe, şu haram, bu haram, sen cehennemliksin, bunu yanlış yapıyorsan, şunu yanlış yapıyorsun. Tartışmalar, kavga, dayatmalar, yargılar… Herkes birbiriyle didişiyordu. Sonra bir noktada durup şunu fark ettim: Din dediğimiz şeyin özü bu olmamalı. Bu Yaradan’ın yolu olamaz.” Allah’ın yolu, kalple olmalıydı, sevgiyle olmalıydı, yumuşak olmalıydı.
Bu farkındalıkla kendime bir söz verdim. Eğer inanacaksam bana kopyala+yapıştır şekilde öğretilenlere inanmayacağım, kalbimle hissettiğime inanacağım.
Ama önce bana öğretilenlerin dışındakileri de okumalıyım. Bu yüzden farklı kitaplar okumaya başladım. Önce İslam dini karşıtı olan yazanları, Turan Dursun, İlha nArsel gibi kişileri okudum. Sonra ateizm üzerine yazan Richard Dawkins Tanrı Yanılgısı, Kör Saatçi gibi kitaplarını okudum. Onları okudukça şunu gördüm: onlar da sürekli birbirleriyle bir çatışma içindeler. O Din yalan diyor, o gerçek diyor. Bir diğeri Tanrı yok, diyor o Tanrıyı kanıtlamaya çalışıyor. Bitmeyen bir kavga.
Sonra bu tartışmalardan uzaklaşıp Doğu Felsefelerine yöneldim. Hinduizm, Budizm. Budizm’in içinden doğanZen ve yine doğuda filizlenmiş Tao… Orada da muhakkak tartışmalar kavgalar vardı ama daha sessizdi. Ve bazı gönül insanları vardı, onların söyledikleri bizim tasavvufun söylediklerine yakındı. Çünkü onlar yaradana kavgayla, tartışmayla, akılla kanıtlamaya çalışarak değil, gönülle ulaşmaya çalışıyorlardı.
Bu yolculuktan sonra tekrar öze, Sufi öğretilerine geri geldim. O zamanlar ney de üflemeye başladığım iyice, bu yüzden Tasavvufla daha içli dışlı olmaya başladım. Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin sözlerini, düşüncelerini, felsefelerini öğrenmeye başladım. Ve şunu gördüm: Sufi, tartışmaların, kargaşaların, kavgaların ötesinde durur. O, kalbinde Yaradan’ı hissetmeye çalışır. Başkasına “senin yolun doğru, senin yolun yanlış demez. Ben kalbimle Allah’la bağ kurabiliyor muyum?” diye sorar sadece.
Sufi, kendi inancı için dışarıda kanıt aramaz. “Bu bilimsel mi? Akla yatkın mı? Mantıklı mı?” diye sorgulamaz. Çünkü kalp, kanıt aramaz. Kalp hissetmek ister. Tıpkı bir çiçeğin kokusunu tarif edemeyeceğiniz ama hissettiğinizde tanıyacağınız gibi.
Sufizm bize şunu öğretir: Bu yol gönül yolculuğudur, akıl yolculuğu değil. İşte bu yüzden rehberin daima gönlün olsun, omzunun üstündeki başın değil” der.
Zaten Kur’an, “Biz sana şahdamarından daha yakınız” diyordu. Bir hadis-i kudside ise Allah: “Yere göğe sığamadım, samimi bir kulumun kalbine sığdım.” diyordu. Hacı Bektaş-ı Veli: “Kızıllık nardadır, saçta değildir. Dervişlik baştadır, tacda değildir. Her ne ararsan kendinde ara; Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir.” diyordu.
Anladım ki, sufi yolu gönlün yolu. Aklın uyanışı değil, kalbin uyanışı. Bu yol dışarıda bir şey aramakla değil, içeriye bakmakla başlar. Kalbinizin size söylediklerini dinleyene kadar hakikati bulamazsınız.
Sufi, sevgiyle ve içsel teslimiyetle Yaradan’a ulaşır. Onun yolu başkalarını yargılamak değil, kendi yolunda derinleşmektir. Sufizm’in özü, aşkın ve özgürlüğün yoludur. Bu yüzden, kalbinize dönün, der. Çünkü hakikat orada.
Bu yolculuğun devamında cemaat ile cemiyet farkını keşfettim sonra. Ve anladım ki “cemaat” ve “cemiyet” arasında köklü bir fark var. Cemaat, çok sayıda insanın bir araya geldiği, genellikle bir kişinin düşüncelerinin sorgulanmadan kabul edildiği bir yapı. Herkes aynı düşünür, aynı söyler, bu bir yol. Cemiyet ise bambaşka. Cemiyet birbirinden farklı düşünen ve bu farklılıkları kucaklayan az sayıda insanın bir araya gelmesidir. Orada çeşitlilik vardır, farklı renkler ve sesler bir uyum içinde harmanlanır.
Ve fark ettim ki, ben bir cemiyet insanıyım. Aynılıklar değil, farklılıklar beni cezbediyor. Ve sufilerin yolunu inceledikçe, onların da böyle olduğunu anladım. Sufiler, yalnızca kendileri gibi düşünenlerle değil, her kesimden düşünce ile, insan ile, fikir ile bir araya gelmişler. Kimseyi dışlamamış, kimseyi ayırmamışlar. Ve şöyle demişler, “herkes kendi yolculuğunu yaşasın” Elbette bu yüzden çok eleştirilmişler, ama onları bugüne taşıyan da, farklılıklarla bir arada sevgiyle yaşayabilmeleri olmuş.
Bu yüzden benim yolum da az insanın seçtiği yol. Küçük yaşlarımdan itibaren ne bir ideolojiye ne de bir cemaate bağlandım. Her zaman az ama anlamlı bir bağın olduğu, birbirinden farklı düşünebilen insanların oluşturduğu cemiyet fikrini sıcak buldum.
Bugün milyonlarca takipçim olmasına rağmen, öğrencilerim çok az sayıdadır. Onlar, farklılıklara saygı gösteren, kimseyi düşünceleri nedeniyle yargılamayan, kalbi temiz insanlar. Ve onları seçerken de bu değerlere dikkat ediyorum. Çünkü biliyorum ki, Yaradana giden yolu kalpte aramak ve farklılıklarla bir arada sevgi içinde yaşayabilmek en önemlisi.
Zaten sanırım bu insanlar çok fazla olamazlar ve çok fazla olmalarına gerek de yok. Çünkü samimi, dürüst ve kalbi açık az sayıda insan bile dünyayı güzelleştirmeye yeter. İşte benim yolum bu: Kalbin yolu, sevginin yolu… Az seçilen yol.
Son olarak şunları söylemek istiyorum:
Sufi yolu kalbin ve aşkın yoludur. Bu yol, tartışmaların ötesinde, Yaradan’a sevgiyle ve teslimiyetle varmayı öğretir. Kimi zaman bu yol yalnız yürünür, kimi zaman da gönlü güzel dostlarla.
Umarım bir gün yollarımız kesişir. Ve duam odur ki, senin yolun her daim gönlü güzel insanlara varsın. Çünkü kalpten kalbe yol gizlidir; o yolu bulana aşk rehber olur.
Bir gün, genç bir adam hayatında kaybolduğunu hissederek derin bir arayışa çıktı. Kendisini boşlukta gibi hissediyor, nereye gideceğini ve nasıl ilerleyeceğini bilmiyordu. Düşünceler içinde boğulmuş bir şekilde, bir ormanda yürürken karşısına ağır adımlarla ilerleyen bir at çıktı. Atın üzerinde, yüzünde dinginlik ve bilgelik taşıyan bir derviş oturuyordu.
Genç adam, çaresizlikle dervişe yaklaştı:
“Efendim, lütfen bana yardım edin! Hayatımda ne yapacağımı bilmiyorum. Hangi yolu seçmeliyim? Kaç adım atmam gerekiyor? Eğer yanlış bir şey yaparsam ne olur?”
Derviş, atını durdurdu ve gencin gözlerine derin bir şefkatle baktı. Hafifçe gülümsedi ve dedi ki:
“Evladım, hayat dediğin, bir haritaya bakıp tüm yolu anlamaya çalışmak değildir. Eğer tüm yolu bir anda görmek istersen, kafan karışır, cesaretin kırılır. Hayat, her seferinde bir adım atarak öğrenilir.”
Genç adam, dervişin bu sözlerinden pek bir şey anlamadı. “Ama ne yapacağımı bile bilmiyorum,” dedi. “Nereden başlamalıyım?”
Derviş, eliyle önündeki yola işaret ederek dedi ki:
“Önce sadece bir sonraki adımı gör. Önünde duran ilk adımı düşün. Sadece o adımı at. Daha sonrasını düşünme. Yol yürüdükçe açılır. Attığın her adım, sana yolun geri kalanını gösterecektir.”
Genç adam, dervişin sözlerini dinledi ve düşünceleriyle boğuşmayı bıraktı. Sadece bir sonraki adımı attı. Ardından bir adım daha… Yol her adımda biraz daha belirginleşti. Bir süre sonra, ormandan çıkıp doğru yolda ilerlediğini fark etti. Geriye dönüp baktığında, karmaşık bir yolu geçmiş olduğunu gördü. Ama yolculuğun sırrını anladı: Her şey o anda, sadece bir adım atmaya cesaret etmekle başlıyordu.
Sen Yola Çık, Yol Sana Görünür
Ormanda yolunu kaybeden genç, dervişin öğüdünü dinleyip her seferinde sadece bir adım atarak doğru yolu bulmuştu. Bu basit ama derin hikaye, hepimizin hayatında karşılaşabileceği belirsizlikleri ve korkuları aşmanın güçlü bir metaforudur. Peki, bu hikaye bize hangi dersleri verir? Ve hayatımızda nasıl uygulanabilir? Gelin birlikte keşfedelim.
1. Büyük Hedefler Göz Korkutucudur
Hepimizin hayatında büyük hayaller ve hedefler vardır: Yeni bir kariyere başlamak, başka bir şehre taşınmak ya da kişisel bir dönüşüm yaşamak. Ancak bu hedefler o kadar büyük görünebilir ki, nereden başlayacağımızı bilemeyiz. Tıpkı hikayede olduğu gibi, tüm yolu bir anda görmek imkânsızdır, görmeye çalışmak da streslidir. Bu, yalnızca korku ve kararsızlık yaratır.
Çözüm: Büyük hedeflerini küçük adımlara böl. Sadece bir sonraki adımı düşün ve onun üzerine odaklan. Küçük zaferler, seni büyük hedefe ulaştırır.
2. Hareket Ederek Yol Kendini Açığa Çıkarır
Hareketsizlik, belirsizliği daha da büyütür. Hikayedeki genç, bir adım attıkça yolun açıldığını fark etti. Hayatta da aynısı geçerli: Bir şeyler yapmadıkça neyin mümkün olduğunu göremeyiz.
Çözüm: Kendine şunu hatırlat: “Hata yapmak, hareketsiz kalmaktan iyidir.” Harekete geçtiğinde, her şey daha netleşir. Hatalar, seni yeniden yönlendiren yol tabelalarıdır.
3. Anda Kalmanın Gücü
Derviş, gence sadece bir sonraki adımı görmesini söyledi. Hayatın sırrı, geçmişe takılmak veya geleceği kontrol etmeye çalışmak yerine, içinde bulunduğun ana odaklanmaktır. Anı yaşamak, zihnindeki karmaşayı sakinleştirir ve seni daha güçlü bir şekilde ileri taşır.
Çözüm: Günlük hayatta anda kalma pratiği yap. Büyük hedeflerin seni bunaltıyorsa, sadece bugünün gerektirdiklerini yapmaya çalış. Şu an kontrol edebileceğin tek zaman dilimidir.
4. Güven: Yol Sana Görünecek
Hayatta bazen hiçbir şey net olmaz. Hangi yolu seçmen gerektiğini bilemezsin. Ancak güvenmelisin: Yola çıktığında, yol kendini gösterecektir. Hikayedeki genç gibi, her adımda daha fazla yol görünecek ve sonunda kaybolduğunu sandığın o büyük orman, seni amacına ulaştıracaktır.
Çözüm: Bilinmeyene adım atarken kendine güven. Belirsizlik, hayatın bir parçasıdır. Ama yol, yürüyenler için açılır.
Hayatında Bu İlkeleri Uygula
Bu hikaye ve dervişin verdiği öğütler, günlük hayatında küçük ama etkili değişiklikler yapmana yardımcı olabilir. İşte birkaç öneri:
1. Bir hedef belirle: Hayalindeki işi mi istiyorsun? Daha sağlıklı bir yaşam mı hedefliyorsun? Önce büyük resmi gör, ama hemen ardından ilk küçük adımı seç.
2. Eylem planı yap: Mesela, yeni bir kariyere başlamak istiyorsan ilk adımın ne? CV hazırlamak mı? Bir mentorla konuşmak mı?
3. Sadece bugüne odaklan: “Bugün ne yapabilirim?” sorusu, zihnindeki karmaşayı dağıtacaktır.
Son Söz
“Sen yola çık, yol sana görünür,” yalnızca bir söz değil; bir yaşam felsefesidir. Hayatın belirsizlikleri karşısında cesaretini topla ve ilk adımı at. Büyük hedeflere ulaşmanın yolu, küçük adımlardan geçer. Tıpkı hikayedeki genç gibi, her adımda yolunu biraz daha net görmeye başlarsın.
Hayatta ne kadar ileri gitmek istiyorsan, ilk adımını atmak için o kadar cesur ol. Çünkü unutma, yol ancak yürüyenlere açılır.
Bugün 1 Aralık… Yılın son ayının ilk günü. Bir yolculuğun daha sonuna yaklaşırken, ruhumuzun sessizce fısıldadığı hakikatlere kulak verme zamanı. Her mevsimin bir hikâyesi, her anın bir öğretisi vardır.
Bu yıl sana ne öğretti? Hangi zorluk, içine saklanmış bir armağanla geldi? Ve hangi an, kalbindeki sevgiyi daha derin bir şekilde hissetmene vesile oldu?
Unutma, geçmiş pişmanlıklarla değil, şükürle anılmayı bekler. Gelecek ise korkuyla değil, teslimiyetle karşılanmayı… Hayat, sen onunla uyum içinde akmayı seçtiğinde, sana kendini en güzel şekilde sunar.
Bugün, kalbinin derinliklerinde bir kapı aç ve şöyle niyet et:
“Ey hayat, beni kendi hakikatinle buluştur.”
Her şey, sen hazır olduğunda olur. Bu ay, o teslimiyetin ve içsel yolculuğun başlangıcı olsun.
Huzur… Tıpkı rüzgârın bir yaprağı usulca taşıması gibi, insanın ruhunu bir yerden başka bir yere götüren nazik bir el gibidir. Huzuru tanımlamak zordur ama onu hissettiğinizde bilirsiniz. Bu, sufinin içsel sessizliğinde, bir dervişin üflediği ney sesinde ya da bir semazenin semasında bulduğu bir haldir. Huzur, dışarıdan gelen bir şey değil; içeride, özümüzde saklı olan bir emanettir. Onu bulmak, hatırlamak kadar basittir. Peki, huzurlu insanlar bu dinginliği nasıl bulur? İşte sufi hikmetleriyle harmanlanmış 5 özellik:
1. Kabul Etme Sanatı: Akışa Teslimiyet
Huzurlu insanlar, hayatın bir nehir gibi aktığını bilirler. Ve nehrin akışına karşı yüzmenin sadece yorulmak olduğunu fark ederler. Hayat, bir sufi için Yaradanın bir aynasıdır; akan su, insanın kalbini yıkar, temizler. Onlar bilir ki her olay, her zorluk aslında bir öğretmendir.
Kabul etmek, “olması gereken her şeyin zaten vaktinde olduğunu” anlamaktır. Bu teslimiyet, pasif bir duruş değildir; aksine ilahi düzenine duyulan derin bir güvendir. Mevlânâ’nın dediği gibi: “Dert daima seni arayan bir şifadır.”
Bugün, hayatının aktığı yönü izlemek ve kontrol etmeyi bırakmak için kendine izin ver. Çünkü huzur, akışta gizlidir.
2. Kendisiyle Barışık Olmak: İçsel Dostluk
Bir sufi, önce kendi kalbine yönelir. Huzur, dışarıdaki gürültüleri susturup kendi içindeki dostu bulmakla başlar. Huzurlu insanlar, kusurlarıyla barışıktır. Kendilerini yargılamak yerine, kalplerine şefkatle yaklaşırlar. Çünkü bilirler ki insan, Yaratıcı’nın bir yansımasıdır.
Sufizm bize der ki: “Kendini tanı, ancak o zaman Rabbini tanırsın.” Bu yüzden kendinle dost olmak, sadece huzurun değil, aynı zamanda manevi bir yolculuğun kapısını açar. Bugün kendine dön, yargılamak için değil; anlamak, sevmek ve kabul etmek için.
Belki de bugün kendine şunu hatırlat: ‘Ben bir eksik değilim, ben bir tamamım. Ve bu dünyada kendi varlığımda yeterliyim.’
3. Sadeliği Seçmek: Fazlalıkları Bırakmak
Bir sufi, yüklerle yürümenin insanı yorduğunu bilir. Huzur, fazlalıkları bırakmakla gelir. Hayatta sadeleşmek, tıpkı bir dervişin sadece bir hırka ve bir asa ile yürüyüşü gibidir. Fazla eşyalar, karmaşık düşünceler ve gereksiz meşguliyetler insanı ağırlaştırır.
Sadeliği seçmek, Allah’ın “El-Basît” (ferahlık veren) ismini hayatımıza davet etmektir. Sadelik, hem kalbimizi hem de zihnimizi ferahlatır. Sufiler, “Az, çoktur” der. Çünkü azın berraklığı, huzurun ışığını yansıtır.
Bugün, hayatındaki gereksiz bir yükten kurtulmayı deneyebilirsin. Belki bir eşyadan, belki bir düşünceden… Hafifledikçe huzurun sana yaklaştığını göreceksin.
4. Doğa ile Bağlantı Kurmak: Yaratılışı İzlemek
Doğa, sufinin en derin ilham kaynağıdır. Huzurlu insanlar, doğayı sadece görmekle kalmaz; onunla bütünleşir. Yaprakların titreyişi, bir derenin sesi ya da bir yıldızın ışığı… Bunların her biri, Yaratan’ın bir kelimesidir.
Sufiler der ki: “Evren, Allah’ın açılmış bir kitabıdır.” Huzurlu insanlar, bu kitabın her sayfasını okumaya vakit ayırır. Doğada olmak, insanı ilahi bir uyuma götürür ve huzurun kapısını aralar.
Belki bugün bir ağaca yaslanabilir, toprağın kokusunu hissedebilir ya da rüzgârı yüzünde duyabilirsin. Çünkü doğa, ruhunu besleyen ilahi bir melodidir.
5. Affetmeyi Bilmek: Kalbi Arındırmak
Affetmek, bir sufinin en büyük öğretisidir. Çünkü kin, insanın kalbini karartan bir gölgedir. Huzurlu insanlar, bu gölgeyi bırakır ve affetmenin ferahlığını yaşar. Sufiler, affetmenin insanı özgürleştirdiğini bilir. Çünkü kalpte biriken öfke, sadece taşıyanı zehirler.
Mevlânâ der ki: “Bir mum, başka mumları tutuşturduğunda kendi ışığından bir şey kaybetmez.” Affetmek, içimizdeki ışığı çoğaltır. Bugün, kalbini karartan bir yükten kurtulmaya niyet edebilirsin.
Geçmişte seni üzen biri mi var? Ona dua et, iyi dileklerini gönder ve bu yükü bırak. Çünkü affetmek, yalnızca karşıdakine değil, en çok kendine yapılmış bir iyiliktir.
Huzura Yolculuk: İçsel Sessizlik
Huzur, bir şeylere sahip olmakla gelmez. O, kalbin sessizliğinde, Yaratan’a duyulan güvende saklıdır. Huzurlu insanlar, dışarıda aramak yerine, kendi içlerindeki sükûneti bulmuşlardır.
Bugün, derin bir nefes al. Dış dünyanın gürültüsünü sustur ve içine dön. Huzur, zaten hep oradaydı; sadece onunla yeniden buluşmayı bekliyordu.
Bir gün, yorgun bir derviş uzun bir yolculuktan sonra bir köye varır. Karnı aç, sırtı yorgun… Karşısına çıkan köylülere, kendisine yemek ve yatacak bir yer sağlayabilecek birini sorar. Köylüler mahcup bir şekilde, “Biz de fakiriz,” derler. Ancak ona, köyün biraz ilerisindeki Tarık’ın çiftliğini tarif ederler ve yardım alabileceğini söylerler.
Derviş, yoluna devam eder. Yolda birkaç kişiye daha rastlar ve onların anlattıklarından, Tarık’ın bölgenin en zenginlerinden biri olduğunu öğrenir. Aynı bölgede Haddad adında bir başka zengin de vardır, ama Tarık’ın misafirperverliği daha çok dillere destandır.
Sonunda Tarık’ın çiftliğine ulaşır. Tarık ve ailesi dervişi büyük bir nezaketle karşılar. Sofralarını onunla paylaşır, rahat etmesi için ellerinden geleni yaparlar. Derviş, ayrılma vakti geldiğinde Tarık’a teşekkür eder ve ona şöyle der:
“Zenginliğin için hep şükret.”
Tarık gülümseyerek cevap verir:
“Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Görünen her zaman gerçek değildir. Bu da geçer…”
Bu sözler, dervişin zihninde yankılanır. Yıllar geçer ve bir gün yolu yine aynı bölgeye düşer. Tarık’ı hatırlar ve onu görmek ister. Köylülerle konuşurken Tarık’ın adını anınca, “Haa, Tarık mı?” der biri. “Artık çok fakir. Şimdi Haddad’ın çiftliğinde çalışıyor.”
Derviş, Haddad’ın çiftliğine gider ve Tarık’ı bulur. Ama tanımakta zorlanır. Eski dostu yaşlanmış, yıpranmış, üstü başı perişandır. Birkaç yıl önce büyük bir sel felaketi olmuş, Tarık’ın tüm hayvanları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları ise işlenemez hale gelmiştir. Tek çaresi, selden hiç etkilenmeyen ve hatta daha da zenginleşen Haddad’ın yanında çalışmaktır. Tarık ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetindedir.
Tarık, dervişi mütevazı evinde ağırlar. Sofrasındaki azıcık yemeği onunla paylaşır. Derviş, ayrılırken duyduğu üzüntüyü dile getirir. Tarık ise yine aynı cevabı verir:
“Üzülme dostum… Bu da geçer.”
Aradan yıllar geçer. Derviş yine bu bölgeye gelir. Öğrendiği haberle şaşkına döner. Haddad ölmüş, hiç varisi olmadığı için tüm servetini en sadık hizmetkarı ve dostu olan Tarık’a bırakmıştır. Şimdi Tarık, Haddad’ın konağında oturmakta, geniş arazilerin ve binlerce hayvanın sahibidir. Yine bölgenin en zengin insanı olmuştur.
Derviş, eski dostunu sağlıklı ve mutlu gördüğü için sevinir. Ancak Tarık yine aynı sözü söyler:
“Bu da geçer.”
Yıllar sonra derviş, Tarık’ı tekrar görmek ister. Ama bu kez ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Tarık’ın mezarı vardır. Mezar taşında şu söz yazılıdır:
“Bu da geçer…”
Derviş, “Ölümün nesi geçecek?” diye düşünerek uzaklaşır. Bir yıl sonra Tarık’ın mezarını tekrar ziyaret etmek için geri döner. Ancak tepe de mezar da yerinde yoktur. Büyük bir sel, her şeyi önüne katıp götürmüştür. Tarık’tan geriye hiçbir iz kalmamıştır.
O dönemde ülkenin sultanı, kendisi için çok özel bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda ona umut versin, mutlu olduğunda ise mutluluğun rehavetine kapılmaması gerektiğini hatırlatsın. Kimse sultanın istediğini yerine getiremez. Sonunda, bilge dervişe danışırlar.
Derviş, sultanın kuyumcusuna bir not yazar. Kısa süre sonra yüzük hazır olur ve sultana sunulur. Sultan yüzüğe bakar, sade görünümü karşısında önce şaşırır. Ama üzerinde yazılı olan şu sözleri okuyunca yüzüne bir gülümseme yayılır:
“Bu da geçer…”
Bu sözün kökleri, bin yılı aşkın bir geçmişe dayanır. Bizans’ta “k’afto ta perasi” yani “Bu da geçer” derlermiş. Selçuklularla birlikte İran’a geçip “In niz beguzered” olmuş. Osmanlılarda ise “Bu da geçer” halini almış
Derken tekkelerde ve dergâhlardada benimsenmiş ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘BU DA GEÇER YA HÛ’ haline gelmiş.
Her şey geçiyor, geçmez sandıklarımız geçiyor, bitmez sandıklarımız bitiyor. Mevlana’nın da dediği gibi, “Her şeyi bu kadar dert etme ey gönül, zira ne bu dertler kalıcı ne de bu ömür!”