Pek çok insan pirinç der..
Bazıları pirinç, tuz, yağ der…
Çok az kişi hepsini sayar; Pirinç, tuz, yağ, ateş, tencere, kaynar su vs.
Yani pilav yapmak için pirinç ne kadar önemliyse, tencere veya ateşte o kadar önemli…
Başarıya giden yolda insanlar sadece bir noktaya odaklanıyorlar,
Mesela oyuncu olmak isteyen bir kişi her şeyin tip,yakışıklılık,güzellik olduğunu düşünüyor,
yetenek sizsinize katılan bir kişi her şeyin yetenekli olmak olduğunu düşünüyor,
veya aşçı olmak isteyen biri her şeyin yemek yapmak olduğunu düşünüyor. Oysa ki her malzeme diğerleri kadar önemli.
Tabii bazı yerlerde önem sırası değişiyor ama size bir şey söyleyeyim mi, her zaman birinci derecede önemli olan İNSAN İLİŞKİLERİ…
Çok yetenekli insanlar tanıdım, neden istedikleri yere gelemediklerini çok sorguladım ve hep çıkan sonuç şuydu, İNSAN İLİŞKİLERi FENA HALDE KÖTÜ…
Bu yüzden pilav için herşeye eşit derecede önem verin ve en çok da insan ilişkilerine… insan ilişkileri pilav yapmadaki ateş gibidir, ya yakarsınız, ya da pişiremezsiniz.. pirinciniz ne kadar güzel olursa olsun, yemeği ateş pişirir…
Sevgilerle, Hakan Mengüç
29 Eylül 2011
Saat: 01.28
2. Soru; Bırak para almayı üstüne bir de para verip yapacağın iş nedir?
…
Şimdi bazı cevaplar ortaya çıktı. Belki 2-3 iş çıktı ortaya, o zaman üçüncü soruya geçelim,
3. Soru; Para almadan da yaparım dediğin bu işte uzman mısın?
a) Hayır uzman değilim; O zaman ne sürede uzman olabilirsin? 2 yıl gibi bir süre mi? Peki bu süre içinde kendi kendini idare edebilir misin?
b) Evet uzmanım. O zaman seni harekete geçmek için engelleyen ne? Hem uzmansın, hem seviyorsan zaten biraz yol almış olman lazım. O zaman seni yukarıya taşıyacak doğru kişilere ulaşamamış olabilirsin. İnsan ilişkilerinde iyi misin? Bu konuda çok iyi olman lazım, çünkü günümüzde hala işler tavsiye, tanıdık yoluyla oluyor.
4. Soru; Uzmansın ya da uzmanlık yolunda ilerliyorsun, son bir sorum var, şu an mutlumusun? yoksa mutlu olmak için para kazanmayı veya sevdiğin işi yapmayı mı bekliyorsun? Cevap evetse yine yanlış yoldasın.
Eğer şu anda mutlu değilsen, şu an ki şartlarında mutlu olamıyorsan ilerlemen çok zor. İnsanların veya şartların senin hayatını eğlenceli hale getirmesini bekleme sen hayatını eğlenceli hale getir ve çevrendeki insanları da eğlendir.
İlk hedefin her zaman şu an mutlu olmak olmalı…
Çocukken küçücük bir odada, basit bir oyuncakla saatlerce oynayıp mutlu olabiliyorduk, kendi mutluluğumuzu kendimiz yaratıyorduk.
Şu an değişen hiç bir şey yok, sadece başkaları bize nelerden mutlu olmamız gerektiğini öğretti. Onları dinlemeye gerek yok, çocukluğa geri dönelim.
Sevdiğimiz işte uzmanlaşalım ve sonra değil, şimdi mutlu olalım.
Güzel bir araba?
Güzel bir eş?
Bir milyon dolar?
İyi bir iş?
Çocuk?
Bilgisayar?
iPhone 5?
Bahama adalarında tatil?
Tüm bunları neden istiyorsun?
Tüm bunlara ulaşınca ne HİSSEDECEKSİN?
İYİ HİSSEDECEKSİN!
Tüm isteklerimizin güdüleyen şey İYİ HİSSETMEK isteği.
Bilinçaltı ACI’dan kaçıp ZEVK’e ulaşmak için her şeyi yapar.
Bazen birisi sırf iyi hissedebilmek için 20 yıl çalışır, çünkü iyi hissetmenin tanımını toplum öğretmiştir;
– Sigortalı işin olacak,
– İyi bir şirkette çalışacaksın, iyi bir maaşın olacak,
– Evleneceksin, nurtopu gibi evlatların olacak.
– Ve sonunda emekli olacaksın, güzel bir emekli maaşın olacak ve şimdi İYİ HİSSEDEBİLİRSİN.
Ama bazen öyle bir insanla karşılaşırsın ki, belki ayda 300-400 lira kazanıp geçiniyordur ama o senin 20 sene sonraki hedefini şimdi gerçekleştiriyordur, İYİ HİSSEDİYOR ve hayatının zevkini çıkarıyor.
Parasız kaldığım dönemlerde bile sevmediğim işi yapmayı reddettim,
çünkü parayı kazanmamım sebebinin ne olduğunu biliyorum.
Geçenlerde Bursa’ya ailemi ziyarete gittim, o arada da çocukluk arkadaşlarıma uğradım. Küçükken ne kadar eğlendiğimizi konuşuyorduk, onlar sürekli ‘Ne günlerdi be! Bir daha o günler gelmez’ dediler. Ben hemen lafa girdim, ‘Hooop, ben o zamanlar ne kadar eğleniyorsam şimdi de o kadar eğleniyorum. Benim için hayat aynı güzellikte’ dedim. Sen şanslısın, sen farklısın, sendeki azim bizde yok dediler. Çünkü onlar rüzgarın götürdüğü yöne direnmemimişlerdi, toplum onlara ne dediyse kabul ettiler ve şimdi 9-5 bir işte çalışıyorlar. Ama beni her gördüklerinde de bunun mümkün olabileceğini anlıyorlar.
Neyse lafı çok uzattım, bu yazı yazmamın amacı şu, tüm bu koşuşturma bilinçaltı düzeyinde İYİ HİSSETMEK için, bu yüzden iyi hissetmeye şimdiden başlayın. Sevdiğiniz işi yapın.
Bu bazen kolay olmaz ama sevdiğiniz işi yapabilmek için, şu an da yaptığınız işi bir müddet sevmeniz gerekiyor.
Uçağın kalkışı sarsıntılıdır ama belli bir yüksekliğe geldiğinde işler yoluna girer.
Hayatta en güzel şey hem sevdiğin hem uzman olduğun işi yapmak. Çünkü ikisinden biri olmayınca, olmuyor.
aşam çok ilginç, bizi her gün biraz daha şaşırtıyor.
Mesela dış dünya dediğimiz şey tamamen kapkaranlık ve elektrik dalgalarından oluşan bir yer fakat beynimiz o dalgaları alıp ses, koku, renk, hisse çeviriyor.
Örneğin yandaki resimde yeşil yapraklar görüyorsunuz, bu yeşil renk nerede?
Yaşam çok ilginç, bizi her gün biraz daha şaşırtıyor.
Mesela dış dünya dediğimiz şey tamamen kapkaranlık ve elektrik dalgalarından oluşan bir yer fakat beynimiz o dalgaları alıp ses, koku, renk, hisse çeviriyor.
Örneğin yukarıdaki resimde yeşil yapraklar görüyorsunuz, bu yeşil renk nerede? Resimde mi? Gerçekte mi? İkisinin cevabı da hayır, sadece zihnimizde. (Elektromanyetik spektrumdaki belirli bir frekanstaki gözünmez bazı bozunmalar gözümüze ulaşmakta ve orada bozunmaya neden olmakta, bir kimyasal reaksiyona girmekte ve beynimizdeki görme merkezine bir akım olarak gitmekte, sonunda da biz yeşili görmekteyiz.)
Renk körü olan birisi kırmızıyı yeşil görüyor, neden çünkü onun beynine gelen elektrik sinyallerinin yorumlanmasında farklılık var. Onun için kırmızı yeşildir ve o dış dünyayı böyle algılıyor. Biz ona hasta diyoruz neden? Çünkü kırmızıyı bizim gibi görmediği için?
Peki bizim gördüğümüzün doğru olduğunu nerden biliyoruz? Bilmiyoruz.
Şimdi daha derine inelim.
Dünya, galaksiler ve insanlar da bizim zihnimizde.
John Willer diyor ki; ‘Bilinçli bir varlık ona bakmadıkça, fiziksel evren diye bir şey yoktur.’
Sorgulamaya devam edelim: Acaba bedenimiz nerede? Bilincimizde! Düşüncelerimiz nerede? Bilincimizde! Bulunduğumuz oda nerede? Bilincimizde! Yıldızlar, galaksiler, Güneş ve Ay nerede? Hepsi bilincimizde!
Ve biz bu bedeninin içinde değiliz, bu beden bizim içimizde…
Normal görüş ile renk körünün görüşü arasındaki fark
Acelesi olanlara hızlıca aşağıdaki yazı ve videoda ne olduğunu anlatayım. Vaktiniz olursa da izlemenizi öneririm.
Dış dünya dediğimiz şeyi insandan bağımsız makinelerle gözlemlersek ELEKTRİK SİNYALLERİNDEN OLUŞAN KAPKARA bir yer görürüz.
Beynimiz o elektrik sinyallerini alır dalga boyları vs. göre ses, renk, koku gibi hislere çevirir.
Yani gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz, kokladığımız, tattığımız her şey BEYNİMİZDE oluşmaktadır.
Çocuğunuzun gözünde ormanın rengini oluşturan, yapan ne?
‘Mavi’ renk deneyimini kim algılarsa algılasın her zaman aynı mıdır?
‘Gül’ün kırmızı olduğu söylenir ve ben de onu kırmızı görürüm. Bu şu demektir, ‘Algı pasif bir işlemdir’ ve bu konudan uzaktır. Algı bilinçli bir eylemdir. Işığın kendisinin ne rengi vardır ne de parlaklığı! Farkındalığımız onu bu özelliklerle donatır.
Ünlü İngiliz Nörolog Sir John Eccles’in dediği gibi: Doğal dünyada rengin, sesin ve bu tarz bir şeylerin (dokuların, güzelliğin, kokunun) mevcut olmadığını fark etmenizi istiyorum.
Gülün kırmızı olmasının tek nedeni, elektromanyetik radyasyon ya da ışık frekansını, kırmızı adını verdiğimiz belirli bir deneyim şeklinde kaydeden bir sinir sistemine sahip olmanızdır. Ancak bu diğer türler için de aynı şekilde mi olmaktadır. Yaban arısının ya da köpeğin dünyayı nasıl deneyimlediği konusunda bir fikrimiz yok. Gerçeği tümüyle çözüp, algılamak için fizik ve tüm diğer bilim dallarının gelişmesine ihtiyaç var.
Dışarıdaki oluşturduğumuz dünya sabitleşmiş, güvenilir bir referans noktasından meydana gelmekte. Ancak kuantum teorisi durumun bu olmadığını söylüyor. Ve binlerce yıldır süregelen spiritüel öğretiler de bunu söylemekte.
Her nesne; ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun, atomaltı parçacıklardan devasa galaksilere her biri sabit özelliklere sahip. Hakikati yaratan tüm özellikler bağlamsal, içeriksel.
Aslında şu anda önünüzden bir ihtimal binlerce elektrik dalgası geçiyor, mesela bildiğimiz radyo dalgaları geçiyor, ultraviyole ışınları geçiyor, tv kanallarının dalgaları geçiyor vs. vs.
Fakat bizim 5 duyumuz sadece belirli dalgaları alıp ses, koku, görme, dokunma ve tat duygusuna çevirebiliyor. Yani bunlar bizim alıcılarımız. Radyo frekanslarını alabilmek için bir radyo alıcısına ihtiyacımız var, röntgen ışınlarını görebilmek için röntgen cihazına..
Yani şunu demek istiyorum, biz binlerce bildiğimiz bilmediğimiz dalgalardan sadece 5 tanesini algılayabiliyoruz.
İşte psişik insanlar bu beş duyunun dışında algılamalara sahip kişiler, yani farklı alıcıları var.
Ben bu konu üzerine çok uzun yıllardır araştırma yapıyorum, çünkü benim çocukluğumdan gelen ve başka insanlarda görmediğim bazı yeteneklerim var ve bunları anlama yolunda psişik olayların hepsini inceledim. Psişik vakaları yalanlayan bütün videoları da izledim ki en iyilerini Richard Dawkins yapmıştır ve James Randi’nin büyük çalışmaları vardır. Hatta James Randi’nin bu konulardaki bir videosunu blogumda dahi paylaştım.
Neyse ben bu konuda kariyer yapmak istemiyorum, zaten çok bilinsin de istemiyorum. Ama psişik nedir bilmek isteyenler için bu kısa yazıyı yazdım ve şimdi de History Channel’in bir videosunu paylaşıyorum.
(Eğer bu yazı size çok karışık gelirse, direk sondaki videoyu da izleyebilirsiniz.)
Bilim adamları uzun yıllardır maddelerin nasıl hareket ettiğini incelemişlerdir. Bu incelemelerden en meşhuru Çift Yarık deneyidir. Bu deneyin küçük bir versiyonunu isterseniz siz de evde deneyebilirsiniz. Örneğin; elimize tek yarıklı bir materyal alalım ve üzerine tuz dökelim. Materyalin yarık olan kısmından dökülen tuz zeminde bize tek şerit olarak görünür. Aynı işlemi çift yarıklı bir materyalde yaptığımızda bu seferde zeminde çift şeritli tuz görürüz. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi.
Aynı işlemi bilim adamları dalgalar üzerinde yaptığında sonuç nasıl çıkıyor şimdi de bundan bahsedeyim.
Dalgalı bir suya tek yarıklı materyali koyduğumuz zaman yarıktan geçen dalga karşı zemine çarptığında dalganın en yüksek kısmı bize tek şeridi gösteriyor. Aynı işlem çift yarıklı materyalden yapıldığında ise durum çok farklıdır. Her iki yarıktan geçen su dalgaları çıkış noktasından sonra birbirlerine çarpıyor yani bir dalganın tepesi diğer dalganın dibiyle çarpışıyor. Karşı zeminde bizim gördüğümüz ise Girişme modeli denilen çok şeritli görüntüdür.
Şimdiye kadar maddenin (tuz) ve dalganın çift yarık deneyindeki sonuçlarını öğrendik.
Peki bu deneylerin kuantumla ne ilgisi var diye sorarsanız size öncelikle Albert Einstein ?in söylediği bir sözü yazmak isterim..
?Alan? parçacığı yöneten yegane birimdir..
Kuantum bilindiği üzere atom altı parçacıkları inceliyor, elektron gibi. Bilim adamları çift yarık deneyini elektronlar üzerinde uyguladıklarında çok farklı sonuçlar elde etmişlerdir. Elektronlar, tek yarıktan geçirildiğinde tek şerit oluşturuyor, madde deneyinde olduğu gibi. Fakat çift yarık deneyinde ise Girişme modeli oluşturuyor, dalga deneyinde olduğu gibi.
Nasıl olurda madde parçacığı Girişme modeli gösterir? Birazdan hem bu sorunun hem de Albert Einstein? in neden bu sözü söylediğini anlatacağım..
Yapılan deneylerde elektronlar tek yarık deneyinde tek şerit oluşturuyor dedik ve çift yarık deneyinde girişme modeli oluşturduğunu söyledik. Bu sonuç karşısında şaşkınlık yaşayan fizikçiler deneyi daha iyi gözlemlemek için yarıkların olduğu materyalin önüne elektronik göz yerleştirmişlerdir. işte bu durum, bilimin kırılma noktasıdır, çünkü elektronlar çift yarık deneyinde gözlemci (elektronik göz) olduğunda zeminde çift şerit oluştururken, gözlemci olmadığında Girişme modeli (çok şeritli) oluşturmaktadır.
Bu durumun altını çizmek istiyorum tekrar, elektronlar tek yarık deneyinde tek şerit, çift yarık deneyinde ise eğer gözlemci varsa çift şerit, gözlemci yoksa Girişme modeli denen çok şeritli görüntü oluşturuyor. Girişme modeline göre elektronlar; ya yarıktan geçmiyor, ya ikiye bölünüp her iki yarıktan geçiyor, ya da birbirlerine çarpıp parçalanıyor ve bu modeli oluşturuyorlardı.
Fizikçiler; ?Maddenin özelliğini nihai olarak ?alan? belirler, der
Albert Einstein; ?Alan? parçacığı yöneten yegane birimdir, der
Veriler gösteriyor ki ?nesne? denilen şey aslında ?orada? diye adlandırdıklarımız.
Ona nasıl ve neyle baktığımıza göre, gözlediğimiz şeyin özelliği şekil değiştiriyor, bu durumda bize bakmadığımızda her şeyin olası ama baktığımızda olayın tek bir olasılığa indiğini gösteriyor.
Şu anda bir rüyada olmadığımızı ispatlayabilir miyiz?
Bu soruyu çeşitli sosyal medya hesaplarımda sordum, 100’e yakın cevap geldi. En çok cevap facebooktan geldi, buradan bakabilirsiniz.
Peki siz ne düşünüyorsunuz?
Bazı kişiler ‘kendimi cimcikliyorum, acıyor. Demek ki rüyada değilim.’ demiş.
Peki rüyada canınız acımıyor mu? Evet acıyor, kim bilir böyle kaç rüya görmüşüzdür.
Gerçek şu ki, rüyada olmadığımızı bilemeyiz.
Sorguluyor, okuyor ve öğreniyor olmamız bu gerçekliği değiştirmez.
Misal ben dün gece çok güzel bir rüya görüyordum, telefon sesi ile uyandım ve o rüyam bitti. Ama rüyanın içindeyken, ne kadar saçma şeyler görsem bile, onun bir rüya olduğunu düşünmek aklıma gelmedi.
Dünya, evren hakkında da bazı gerçeklerimiz veya varsayımlarımız var.
Halbuki evrenin %1’inden bile haberimiz yok ve evreni sadece 5 duyumuzla algılayabiliyoruz. Fakat yine de yaşamak için bunlara güvenmeliyiz.
Ama sorgulamayı asla bırakmamalıyız.
Çünkü biz küçük bir evde açılmış küçük bir delikten dünyaya bakıp, evren hakkında karar veren insanlarız.
Bu yüzden hiç bir gerçek, tam olarak gerçek değildir.
Yalnızlık insana çok şey öğretir. Kendini ve insanları daha iyi tanımayı öğretir ama cevapları serttir, bu yüzden pek çok insan yalnız kalmaktan korkar.