Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Yazar: Hakan Mengüç (page 12 of 37)

Hakan Mengüç’e Üniversiteden Ödül

Hakan Mengüç’e Bozok Üniversitesi Gençlik Kulübünün oylaması sonucu ‘En iyi Yazar’ ve ‘En beğenilen konuşmacı’ ödülleri verildi.
Üniversite adına plaketi Prof. Dr. Şaban Güçlü verirken, İletişim kulübü adına ödülü Bozok Üniversitesi Genel Sekreteri Erol Sorucu verdi.

Hakan Mengüç’ten not;
Bu ödüle layık çok değerli insanlar var olmasına rağmen beni seçmiş olmaları, uzun yazarlık ve konuşmacı yolculuğumda benim için güçlü bir motivasyon oldu. Daha çok yolum var, tüm bizi çok güzel bir şekilde ağırlayan tüm üniversite yönetimine ve seminere katılan 700 güzel insana teşekkürler.

Hakan Menguc odul aldi mi?

Yükün dürüstlükse eğer, gücün belki düşer ama başın düşmez

Dürüstlük

Dürüstlük bireysel ve sosyal ilişkilerimizin, iş ilişkilerimizin ve aile ilişkilerimizin güvenilir, huzurlu ve sağlam bir zemine oturması için olmazsa olmaz bir erdemdir.

Hatta hatta kendimize ve çevremize karşı olmazsa olmaz sorumluluğumuzdur.
Bir zamanlar, ülkelerden birinde yaşlı bir kral varmış. Bu kralın hiç çocuğu yokmuş. Yaşlandıkça, öldükten sonra yerine kimi bırakabileceğini düşünmeye başlamış. İyiliksever, dürüst ve doğrulardan asla sapmayan, cesur biri kendisinden sonra kral olsun istiyormuş.

Bu özelliklere sahip birini bulabilmek için şöyle bir yol izlemiş: Kralın adamları ülkedeki bütün erkek çocuklarına birer çiçek tohumu dağıtmış. Kral da bu tohumlardan çıkacak çiçekler arasında hangisi en güzel olursa, o çiçeği yetiştireni kendisinden sonra tahtın varisi ilan edeceğini söylemiş.

Kralın gönderdiği tohumlardan alan çocuklardan biri de İr adında bir çocukmuş. İr, Kralın verdiği tohumu saksıya dikmiş. Ama uzunca bir süre beklemesine rağmen, diktiği tohumdan çiçek çıkmamış.
Annesi, belki de yanlış saksıya diktiği için çıkmamış olabileceğini söyleyince, tohumu başka bir saksıya, başka bir toprağa dikmiş. Ama nafile, yine hiçbir bitki yeşermemiş, çiçek açmamış.


Sonunda kralın söylediği gün gelmiş. Ülkenin bütün çocukları rengârenk, birbirinden güzel çiçeklerle kraliyet sarayının önünde sıraya dizilmişler. Elinde çiçek olmayan, yalnızca İr varmış. İr, elinde boş saksı öylece duruyormuş. Kral çocukları tek tek dolaşmış, yetiştirdikleri çiçeklere bakmış, bazılarını birkaç kelimeyle övmüş, ama yoluna devam etmiş. İr?in yanına gelince, onun boş saksına bakıp:
?Çocuğum? demiş,
?Senin saksında neden çiçek yok??
İr ağlamaklı bir ses tonuyla:
-?Kralım maalesef benim tohumum büyümedi.? diye cevap vermiş.
Bu cevap üzerine yaşlı kral İr?i kucaklamış ve bundan böyle kendisini evlat edineceğini, kedisinden sonra da onun kral olacağını tüm halka duyurmuş. Meydandakiler bu işe bir anlam verememişler. Bunca güzel çiçek varken, nasıl olur da saksısı boş bir çocuk veliaht ilan edilir
diye birbirlerine sormaya başlamışlar. Ahalinin merakını kralın şu açıklaması gidermiş:

?Benim dağıttığım çiçek tohumlarının hepsi daha önce sıcak sudan geçirilmişti. Yani, hiçbirinden çiçek çıkması ihtimali yoktu. Ama sadece bu çocuk gerçeği bana söyleme cesareti gösterdi. İşte bu cesaretinden ve dürüstlüğünden dolayı, benden sonra tahtımın varisi İr olacak.?

Şunu unutmamalıdır ki; Dürüstlük kısa vadede kaybettiğinizi düşünmenize neden olsa da, uzun vadede mutlaka ve mutlaka kazanan siz olursunuz.

İyi bir çocuk yetiştirmek, hazineler dolusu bir servetten daha değerlidir.

Çocuk yetiştirmek

“Bir yıl sonrası ise düşündüğün tohum ek,
yüzyıl sonrası ise düşündüğün insan eğit…(Kuan Tzu)


Her çocuk dünyaya geldiğinde işlenmemiş bir “cevher” gibidir. Öz’ünde saf’tır, masumdur ama potansiyel olarak tüm zıtlıkları da bünyesinde barındırır.(ying- yang) Ailede başlayıp sonrasında öğretmenler ve toplumun da dahil olduğu eğitim sürecinde bu cevher, bir kuyumcu titizliğiyle ince ince işlenip paha biçilmez bir MÜCEVHER e dönüştürülebilir.
Bu süreçte ortaya öyle bir mücevher çıkar ki ışıltısı hem eğiteni hem de eğitileni aydınlatır.Çünkü çocuklar muhteşem birer aynadır. gördüklerini aynen yansıtırlar. o yüzden başta ebeveynler olmak üzere tüm eğitenler nasıl bir “İnsan” ortaya çıkarmak istiyorlarsa önce kendileri bu özellikleri taşımalıdırlar. Çocuğa, her zaman doğruyu söylemesi gerektiğini, dürüstlüğün erdemini anlatan büyükleri masum bir sebeple bile olsa yalan söylerse, çocuğun buradan çıkaracağı sonuç ” Bazı durumlarda yalan söyleyebilirim” olur. Artık anlatılanların hiç bir önemi ve geçerliliği kalmamıştır. Çünkü onun için davranışlarınız sözlerinizden daha etkilidir.
İstisnai durumlar yok değildir tabi ki.. Bir Alimden bir zalim ya da tam tersi olabilir. Ama burada daha geçerli olan kuralı atalarımız şöyle özetlemiş….”Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine yandığım cinsine çeker”…
Yetiştirdiğiniz evlat aynadaki yansımanızdır aslında. Onun için bu mücevher iki tarafı da parlatır ve değeri ikiye katlanır. Siz eğitirken aynı zamanda eğitilensinizdir. İyi bir “insan” yetiştirmek için uğraşırken siz de üzerinizdeki fazlalıklardan arınıp içinizdeki “cevher”i açığa çıkarırsınız.

Kainatta Allah’tan sonra en değerli varlık kaliteli insandır ve her şey kaliteli insanla bir değer ve anlam kazanır…

Teşekkürler Handan Önder

Bir Kadını Anlamak

nazlıcan ile ilgili yazı

Hala çıkıp kadın tahrik ediyor diyenler var. Yahu bu ülkede damacanaya tecavüz eden var, damacana da mı tahrik ediyordu? Peki bu resimdeki tahrik unsuru ne?

Kadınlara nasıl giyineceklerini değil, erkeklere nasıl davranacaklarını öğretmek gerekiyor.

Bu ülkede karanlıkta kadının arkasından yürürken, tedirgin olmasın diye karşı kaldırıma geçen erkekler de var. İşte erkekler böyle olmalı, kadını anlamalı, hissetmeli, kardeşi gibi görmeli?

Erkekler olarak bir kadın olmanın ne olduğunu tekrar düşünelim, çünkü;

Biz bilmeyiz hava karardı diye, kendi sokağında bile korkarak yürümenin ne olduğunu?
Biz bilmeyiz, sırf gece sokakta yürümemek için bir duraklık yerlere bile otobüsle giden kadınların hissettiğini?
Biz bilmeyiz otobüsteki tek kadının yaşadığı endişeyi? Herhangi bir yerde laf atıldığında duymazlıktan geliyormuş gibi yapan ya da atılan lafları duymamak için kulaklıkla son ses müzik dinleyen kadınları?
Biz bilmeyiz tecavüze uğrayan, bıçaklanan, öldürülen bir kadının haberini okurken başka bir kadının yaşadığı korkuyu?

?Kadın rahmine koca bir dünyayı sığdırdı, siz dünyaya bir kadını sığdıramadınız.?

Maalesef bu utanç hepimizin. İlk önce çocuklarımız eğitmeliyiz zira iyi bir çocuk yetiştirmek, hazineler dolusu bir servetten daha değerlidir. Hem ailesi için, hem ülkesi için hem de tüm insanlık için…

Özgecan Aslan’a Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve sevdiklerine başsağlığı diliyorum.

İlle de büyük adam olmana gerek yok, insan ol yeter

Büyük Adam

‘Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.” demiş Mevlana.

İnsanın, mevkisi, makamı, kariyerinde neler başardığı, parası ve pulunun pul kadar değeri olmadığını; gerçek değerin insanın karakterinde ve davra
nışlarında olduğunu atalarımız şu hikayeyle bize anlatmışlar : ”Adam oğluna hep sen adam olamazsın dermiş, oğlu da ileride göreceksin nasıl bir adam olduğumu sana göstereceğim, der babasına. Aradan yıllar geçer delikanlı okur ve bir ile vali olur. Vali olduğu gün yardımcısına, babasını makamına getirmesini emreder. Valinin babasını apar topar alıp getirirler, babasının içeri girmesiyle oğlu babasına baba; ?Bana adam olamazsın diyordun bak ben vali oldum? der. ‘Oğlum ben sana vali olmazsın demedim ki, adam olamazsın dedim, adam olsaydın babanı ayağına getirmezdin’ der, oğluna…”

Bu yüzden ”İnsan Olmak” konusu gündeme gelince daha önce söylediğim : ”İnsanların değerini belirleyen nicelikleri değil, nitelikleridir” sözümü tekrar belirtirim. İnsan olmanın faktörlerine ise iyi ve güzel olan her şey söylenebilir. Adı üstünde değil mi? İNSAN Olmak…

Dünya’da başarılı ve zengin birçok kişi var ki İnsan olmanın anlamını bile düşünmemişken, öyle kişiler var ki ekmek alacak parası olmayıp İnsan olmanın kitabını yazabilen. Dünya, İnsan olanlar sayesinde güzel, kötülüğü hızla yayan İnsan olamayanlar değil mi?

Almanya?da bir Lise Müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş:
”Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim.
Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.
İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.
Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.
Sizlerden isteğim şudur;
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın.
Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin.
Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”

Unutmayın; İnsan olmak kuruşla değil, duruşla ölçülür.

Teşekkürler Ferhat Erdem

Bir insana güvendiğinizde, iki sonuçtan birini elde edersiniz, ya yaşam boyu bir dost, ya yaşam boyu bir ders

Güvenmek

İnsan aciz bir varlıktır. Hayatını tek başına idame ettiremez. Yalnızlığını paylaşacak, yükünü hafifletecek birine ihtiyaç duyar. Bir yaşa kadar yükümüzü ailemiz taşır. Hayatımız karmaşık bir hal almaya başlayınca dostlarımız girer devreye. Vakti gelince de eşimize yükleriz sırtımızdakileri… Sonuç olarak hayatın her evresinde zorlandığımız zaman tutunacak bir dalımız mevcuttur. İlla ki birilerini buluruz. Çünkü insan birine güvenme, hayatını paylaşıp yükünü hafifletme eğilimindedir. Mühim olan doğru kişiye güvenmek, yükü kaldırabilecek olana yüklemektir.
Ben bu yaşıma kadar dostluğa, arkadaşlığa çok önem veren biri oldum. Dostlarımın güvenine layık olmaya çalıştım. Hiçbir zaman dostlarımın yükünü taşımaktan kaçmadım. Her zaman onlarla sevinip onlarla üzüldüm. Bundan mıdır bilmem, bana hayatımın en büyük üzüntüsünü yaşatan da bir dostum oldu…
İnsanı en çok korkutan şey sevdiklerinden yara almasıdır. En derin yaraları en sevilenler açar. Savunmasızsındır bir kere. Çünkü hiç beklemediğin bir anda hiç beklemediğin bir yerden alırsın darbeyi. Canın yanar, bağırırsın. Sesini duysun, yanına gelip açtığı yarayı sarsın istersin. Gelmediğini görünce kızarsın, hırslanırsın. Gurur da karışınca işin içine Necip edasıyla haykırırsın: “Geçti istemem gelmeni/ Yokluğunda buldum seni/ Bırak vehmimde gölgeni/ Gelme artık neye yarar ” Necip’in kalbinden dökülen bu dizeler senin ancak dilinden dökülebilir. Çünkü dilin bu dizeleri haykırırken kalbin “Gel…” diye fısıldar. Birbirine gönülden bağlı olanlar bilir ki bazen “fısıltı, çığlıklar…”
Duymadı dostum… Ne çığlığımı ne de fısıltımı… Vaktiyle ona hak etmediği kadar çok güvendiğim için pişman değilim. İçimde bir yerlerde ona hala “dostum” diyorum. Çünkü çok önemli bir şey öğretti bana. Şu hayatta şüphe duymadan, korkmadan güveneceğim iki varlığın farkına varmamı sağladı: Biri aynaya baktığımda gördüğüm, diğeri yukarı baktığımda göremediğim…

Teşekkürler Özge Güler

Düştüğün Zaman Umudunu, Kalktığın Zaman Kişiliğini Kaybetmeyeceksin

Ekran Resmi 2015-02-12 20.00.21

Bazı anlarda, nerede olduğumu veya kiminle olduğumu fark edemiyorum artık. Kalbimin gürültüsünü duyabiliyorum yalnızca. Koşuyorum beynimin içinde dörtnala, istikametsiz. Start verilip, yarış başladığında da hatalı çıkıştan diskalifiye oluyorum. Burnuma derin bir rutubet kokusu geliyor, denizellikten olsa gerek. Kabataş?ta fünikülere binerken buluyorum kendimi. ? Bir dakika sonra tren hareket edecektir? anonsu geliyor, ardından kapıların kapanış sesi.

Yanıma biri oturuyor. Omzuma dokunuyor. Neden bu kadar düşüncelisin diyor. Sen kimsin diyecek halim yok, yorgunum diyorum. Sağ elimi tutuyor, kalbimin üzerine sımsıkı bastırıyor. Sakinleş biraz diyor. At üstünde şehre girip, on binlerce Romalının beni alkışladığı günler geliyor aklıma. Krallıkları yıktığım, milyonlara korkular saldığım, önümde diz çöküp dua eden yığınların olduğu günler. Sonra ne oldu diyor. Daha fazla ganimet için yaktım, yıktım. Emirler yağdırdım. Zirvedeki gücü elimde tutmak adına, her yeni fikri reddedip kendi adıma kararlar aldım. Ben olduğum için değil de sahip olduğum hazine için büyüdü çevrem. Daha da boğuldum, yapayalnız kaldım diyorum. Peki değer miydi diyor. Seni sevenlere sırt çevirmek, gözlerinin içinde adaleti arayanlara kapıları kapatmak, babanın cenazesine dahi gitmemek sana yakışmış mıydı? İktidar için, güç için, daha fazlasının cazibesine kapılıp, sen olmaktan çıkmaya değer miydi diyor. Değmezdi diyorum. Gözlerimden yaş geliyor. Elleriyle siliyor yaşlarımı. Hava yağmurlu, bak incecik giyinmişsin üstelik hasta olacaksın diyor. Böyle konuştuğunu duydukça annemi hatırlıyorsun diyorum. ? Gelecek istasyon Taksim? anonsu yapılıyor. Hadi annene git diyor. Ve ekliyor; olmak için doğduğun kişi ol, kendin ol.

Eve ne hızda gittiği hatırlamıyorum. Kapıyı açıyor annem, her zamanki gibi sıcacık sarılıyor. Kısa bir sürede en sevdiğim yemekleri yapmış, banyoyu hazırlamış, yatağımın başucuna temiz çamaşır bile çıkarmış. O rahatlatıcı ses tonuyla konuşmaya başlıyor. Şirketlerin çok büyümüştü oğlum, nice ihaleler kazandığın günleri gördüm televizyonda. Rakiplerini bir bir devirmekle kalmadın, işçilerini de aldın. Bu günlerde arabalarını dahi satmışsın. İflas bayrağını çektiğini okudum gazetede. Lakin hala gözlerin ilk günkü gibi gülüyor dedi. Füniküler de yanıma biri oturdu anne onunla konuştum, her şeyin güzel olacağını söyledi bana dedim. Tek kişilik değil miydi o koltuklar oğlum dedi. Ufak bir duraksamadan sonra, göz bebeklerimi daha bir büyüterek haklısın anne dedim. Kendimi dinledim. Yüreğimin iyiye gidecek, sabret deyişini dinledim. İçinde umudu bulan hiç kimse çaresiz değildir. Zifiri karanlıkta ışığa yürüyen hiç kimsenin yalnız olmayacağı gibi dedim, gözlerim yavaş yavaş kapanırken.

Teşekkürler, Hıdır Ferahoğlu

Yaşamdır keyif almayı değerli kılan

Ekran Resmi 2015-02-12 20.03.41

Çocukluğumuzdan beri hepimizin yatağının altında sakladığı bir kutu vardır. Bu kutunun içinde küçüklü büyüklü toplar biriktirir, üzerini örter yatağın altına koyarız. Bu kutu tamamen bize aittir ve kimsenin onlara dokunmasına izin vermeyiz. Bu toplardan birine dokunmak isteyen olursa onu iter ve uzaklaştırırız. Tepkimizin boyutu da toplarınki gibi bazen büyük bazen de küçük olur.

İşte bu toplar hayatımız boyunca biriktirdiğimiz korkularımızdır. Değersizlik korkusu, kaybetme korkusu, sevilmeme korkusu, başarı korkusu, başarısızlık korkusu? Davranışlarımızın çoğunun bilinçli seçimler olduğunu sanırız. Ancak çoğu korkularımızdan kaynaklanır. Mesela kilo vermek istediğimiz için sağlıklı beslenmeyi seçtiğimizi söyleyebiliriz. Bu bilinçli bir karar gibi görünüyor. Peki gerçekten neden kilo vermek istiyoruz? Zayıfken ?kendimize güvenimiz? mi artıyor? Sevgilimiz bizi daha çok mu ?seviyor? yoksa insanların bizi beğeniyor olması bizi daha ?değerli? mi hissettiriyor? Şimdi cümleyi tersten okuyalım. Kendimi yeteri kadar değerli görmüyor muyum ki insanların beni değerli görmesine ihtiyacım var? Kendimi yeterince sevmiyor muyum ki bir başkasının sevgisine ihtiyacım var? Kendime yeteri kadar güvenmiyor muyum ki kendime daha fazla güvenmek için zayıflamaya ihtiyacım var?

Arkadaşlarımızla güzel bir havada sohbet edip kahvemizi içerken yaşadığımız anın tadını belki de hiç bu kadar çok çıkarmamışken, tüm sınavlarımız beklediğimizden de iyi geçerken, işimizden beklemediğimiz bir kazanç sağlamışken, ilişkimizde her şey harika gidiyorken birden içimizden bir ses ?birazdan her şey bozulacak ? der ve kaçar. O sesi önemsememeye çalışsak bile her seferinde haklı çıkmasından bıktığınızı biliyorum. O anda kutunuzdaki toplardan biri olan kaybetme korkusu zıplamaya başlar çünkü. O korku her zaman haklı çıkmak ister siz kaybedene kadar direnir ve kaybedince rahatlar. Siz de sızlanmaya, mutsuzluğunuzu dile getirmeye başlarsınız. Tüm bakış açınız negatife kayar. Peki ya bu noktaya kadar başardığınız işler, geçtiğiniz sınavlar, günün keyfine vardığınız anın hazzı, ilişkinizde yaşadığınız güzel günlerin mutluluğu? Onlarla neden yetinemiyoruz? Neden kazanmak kadar kaybetmenin de doğanın kanunu olduğunu kabullenemiyoruz? Buna belki insan doğası belki de dış etkilerden kaynaklanan bir güdülenme diyebiliriz ama benim için önemli olan bunu nasıl yönetebileceğimiz. Yönetmek, fark etmek ve tanımakla başlar. Önce kendinize şunu sorun benim yaşamımın değerini belirleyen şey ne? Zevkler mi, para mı, sevilmek mi ? Arabanız, statünüz, kıyafetleriniz, işiniz, saatiniz, arkadaş çevreniz mi?

Bir an için dünyada hiçbir zaman var olmadığınızı düşleyin. Arkadaşlarınıza, ailenize, işinize, evinize, sevdiğiniz kazağınıza hiçbir zaman sahip olmadınız. Tanıdığınız hiç kimse sizi tanımıyor. Onların arasında hayalet gibi dolaşın. Bir tarafta aileniz hep beraber toplanmış birlikte gülüyor sohbet ediyor; diğer tarafta arkadaşlarınız bir sorunu aşmak için birbirlerine destek oluyor. Peki siz hayatın bir yanında gülmeyi bir yanında üzülmeyi göze alarak ?varolmayı? istiyor musunuz? Yaşamın değerini belirleyen ne keyifler ne üzüntüler. Yaşamı değerli kılan tek bir şey var: SEN!

Teşekkürler Ceren Kayalar

Hayat kırkından sonra değil, farkından sonra başlar

kirkinda

İnsanların tamamı doğar ve ölür ama çok azı gerçekten yaşar. Hayatlarının büyük bir kısmı doğdukları ortamın kurallarını hiç sorgulamadan yaşamakla geçer.

Yanlış olduğunu bildiği kuralların, sırf kendinden yaşça büyük insanlar belirledi diye,doğru sayıldığını bilmesine rağmen karşı koyamaz. Çünkü yaşın sadece zaman boyutunun matematiksel düzeye indirgenmesi olduğunu farketmemiştir. Ancak gün gelip farkettiğinde, hayat işte o an başlar. Sorgular ve böylece öğrenir, öğrendiklerini uygular ve bu sırada daha çok öğrenir, kendisini sorgular ve değişir, sonunda da öğrendiklerini öğretir.


Artık doğ-büyü-öl döngüsü artık kırılmış, Sorgula-öğren-farket döngüsü başlamıştır.

İnsan;
Sorguladığında doğar,
Öğrendiğinde büyür,
Farkettiğinde yaşar,
ve öğrettiğinde;
Ölümsüzleşir.

Teşekkürler Mustafa Oğulcan Alımcı

Aşk hevesin bitene kadar, sevda nefesin yetene kadar

asksevda

Ne yüce bir duygusun ?sevgi??
Uğruna ne şiirler ne şarkılar yazılmış, ne dağlar delinmiş, çöller aşılmış, yollarına düşülmüş, mecnun olan ugrunda ölmüş? Kimi sevgiyi yeni doğmuş bebeğin yumuk yumuk ellerinin arasında bulurken, kimi sevgilinin ilk dokunuşunda bulmuş? Kimi gözyaşlarını silen annenin parmaklarında, kimisi de babanın güven veren kollarında? Bakmayın öyle kolay betimlendiğine. Her ne kadar kolay anlatılır bir şey olsa da öyle her yiğidin harcı değil sevmek. Yani tüm saflığıyla sevmek? Çünkü gercek sevgi, yurek kapisinin, gonul gozunun acilmasini ister. Yaşaminin kaynağını oradan alir. Kelimelerden, dudaklardan, gözlerden veya ellerden tasar. Kendi yolunu bulur… O sözlerin, gözlerin, tenin sıcaklığı da, bu kaynağından gelir işte. Hayatının amacını, anlamını arayan insan, yüreğindeki bu duyguyu serbest bıraktığı anda özüne daha çok yaklaşmış demektir. Çünkü sevmek, ona benligini tamamen açmaktır. Tüm çıplaklığınla sen ?sen? olurken, onu da en saf haliyle tanıyıp sevmek demektir.

Evet, bir de aşk var? Herkes içinse apayrı bir tanımı var. Benim için aşk, normalde yaptığın şeyleri, onunla deneyimlediğinde hissettiğin o eşsiz zevk, hayatına katılan o yüce anlamdır. Aşk kaynağını, anlamını, sımsıcak sevgiden alır. Ne zaman ki, benlik arayışı biter? İşte o zaman aşk da gider. Bu yuzden, Bir tek sevgi kalır geriye. yeniden hatırla özünü ve yeniden anlamlandir askla hayatini diye…
Aski disarda mi arar gozler? İste gonul burada devreye girer ve derki Sems’in dilinden;
“Ey aşk! Seni senelerce yaban ellerde, hoyrat dillerde aradım. Oysa bendeymişsin bilememişim. Oyalanmışım. Kalakalmışım.”

Teşekkürler Derya Bilir

Mekan her zaman bulunur da, huzur veren insan her zaman bulunmaz

mekanherzamanbulunur

Kahkaha sesleri, açılıp-kapanan kapı sesleri, güvenle yere vurulan ayak sesleri, kuşların cıvıltı sesleri, kedi-köpek sesleri, ezan sesleri, dünyayı inletecek desibelde marş sesleri, klankson sesleri, hafriyat kamyonundan boşalan yükün sesleri, ?arkadaşlar korteji bozmayalım? sesleri, dalgalanan bayrak sesleri, megafonun cızırtılı sesleri? Her biri dış kulağımı yırttı. Çekiç, örs ve üzengimi paramparça etti. Akabinde iltihaplanmaya pek meyilli iç kulağımda tüm gücünü hissettirdi.

O an babam sırtıma vurdu, ‘Yan tarafa geçelim, eski bir dostu gördüm’ dedi.
Ellisini geçmiş, ak saçlı iki adamın kucaklaşmasını gördüm. Şahit olduğum en samimi, en içten, en sıcak sahnelerden biriydi. Dağ dağa kavuşuyordu. Vedat abiydi bu. Babamın gözlerindeki ışıltı vücudumu delip geçiyor, burnumdan çektiğim hür nefesi beyin hücrelerime en kısa yoldan gönderiyordu. Vedat abinin fiziksel varlığı, her bir anıyı tekrar babamın zihninde tazeliyordu.

Babam sırtıma tekrar dokundu. ‘Bak oğlum, binlerce ses arasından şu diyeceklerime kulak ver. Biz Vedat abinle, şantiyelerde aynı odalarda kaldık. Fabrika günlerinde beraber üretim yaptık. Sendika lokalinde çay içerken aynı takımın tarafında saf tuttuk. Beyazıd meydanına, hak aramaya birbirimize duyduğumuz güven sayesinde gittik. Sabahları pastanede böreğe kaşık atarken hiç konuşmazdık, sessizce söz verir gibi işin yolunu tutardık. Oğlum nice güzel manzaralar, kıyıya vuran dalgalar gördüm. Sülaymaniye?de ezan sesi, Haydarpaşa?da son banliyönün varış sesini duydum. Hiçbiri Vedat abinin, ?ben yanındayım? deyişi kadar etkilemedi beni. Sen, sen ol; ailenden arkadaşlık, arkadaşlarından aile kur.’

Taksim Meydanı?na varmıştık. İğne atsan yere düşmez. Mayısın en güzel gününde iki kere sırtıma dokundu babam. Oysa dokunduğu yüreğimdi. Seninle o gün tanıştım baba. Sakin ruhundan katık ettiğin yakışıklı kelimelerinin arasında buldum o sesi. Yer yuvarı yaşanır kılan, coğrafya parçaları değil onları ilmik ilmik işleyen sevginin sonsuzluğuydu. O gün yüreğime ektiğin arkadaşlık tohumu bir bir fidan oluyor. Günlerin bugün getirdiği kıyılarımı gölgelendiren yemyeşil ağaçlardır.

Teşekkürler, Hıdır Ferahoğlu