Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Kategori: Kişisel Gelişim Yazıları (page 1 of 4)

Kuyumcunun hikayesi

Kuyumcu

kuyumcu-hikayesi

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister.

Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.

İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden bir on lira veririm.”

En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.” Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır.

Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar: “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”
Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir: “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.
Mesele kuyumcuyu bulmaktadır…

Bil ki domuzların önüne inciler serilmez
Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez.
Ne fark eder ki gözü körleşmiş insan için, elmas da bir cam da
Sana bakan bir kör ise, sakın kendini camdan sanma…
– Mevlana

Önyargı: Sen düşüncelerinin kölesi değil, sahibisin

Bazen fikirlerinizi de değiştirmelisiniz, çünkü siz onların kölesi değil, sahibisiniz.

Einstein Önyargıları yok etmek atom çekirdeğini parçalamaktan daha zor demişti. Bugün insanlık atom çekirdeğini parçaladı ama önyargılar konusunda hala bir adım atabilmiş değil.

En çok terzimi severim

terzi1

Bir bilgeye sormuşlar:

“Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?

“Terzimi severim,” diye cevap vermiş.

Soruyu soranlar şaşırmışlar:

“Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?

O da nereden çıktı? Neden terzi?”

Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:

“Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir.

Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.

Fikirlerini körü körüne savunup değiştirmeyenler hiçbir şeyi değiştiremezler. Önyargılarından kurtulmayanlar hiçbir insanı anlayamazlar.

uzaklas

Hayaller duvarların içinden geçebilir,

Kilometrelerce uzağa ulaşabilir,

hızla yayılabilir

ve sonsuza kadar yaşayabilirler.

Geçemeyecekleri,

Ulaşamayacakları,

Ve yaşayamayacakları tek yer,

Ön yargılarla dolu beyinlerdir.

on-yargi_adam

Yükün dürüstlükse eğer, gücün belki düşer ama başın düşmez

Dürüstlük

Dürüstlük bireysel ve sosyal ilişkilerimizin, iş ilişkilerimizin ve aile ilişkilerimizin güvenilir, huzurlu ve sağlam bir zemine oturması için olmazsa olmaz bir erdemdir.

Hatta hatta kendimize ve çevremize karşı olmazsa olmaz sorumluluğumuzdur.
Bir zamanlar, ülkelerden birinde yaşlı bir kral varmış. Bu kralın hiç çocuğu yokmuş. Yaşlandıkça, öldükten sonra yerine kimi bırakabileceğini düşünmeye başlamış. İyiliksever, dürüst ve doğrulardan asla sapmayan, cesur biri kendisinden sonra kral olsun istiyormuş.

Bu özelliklere sahip birini bulabilmek için şöyle bir yol izlemiş: Kralın adamları ülkedeki bütün erkek çocuklarına birer çiçek tohumu dağıtmış. Kral da bu tohumlardan çıkacak çiçekler arasında hangisi en güzel olursa, o çiçeği yetiştireni kendisinden sonra tahtın varisi ilan edeceğini söylemiş.

Kralın gönderdiği tohumlardan alan çocuklardan biri de İr adında bir çocukmuş. İr, Kralın verdiği tohumu saksıya dikmiş. Ama uzunca bir süre beklemesine rağmen, diktiği tohumdan çiçek çıkmamış.
Annesi, belki de yanlış saksıya diktiği için çıkmamış olabileceğini söyleyince, tohumu başka bir saksıya, başka bir toprağa dikmiş. Ama nafile, yine hiçbir bitki yeşermemiş, çiçek açmamış.


Sonunda kralın söylediği gün gelmiş. Ülkenin bütün çocukları rengârenk, birbirinden güzel çiçeklerle kraliyet sarayının önünde sıraya dizilmişler. Elinde çiçek olmayan, yalnızca İr varmış. İr, elinde boş saksı öylece duruyormuş. Kral çocukları tek tek dolaşmış, yetiştirdikleri çiçeklere bakmış, bazılarını birkaç kelimeyle övmüş, ama yoluna devam etmiş. İr?in yanına gelince, onun boş saksına bakıp:
?Çocuğum? demiş,
?Senin saksında neden çiçek yok??
İr ağlamaklı bir ses tonuyla:
-?Kralım maalesef benim tohumum büyümedi.? diye cevap vermiş.
Bu cevap üzerine yaşlı kral İr?i kucaklamış ve bundan böyle kendisini evlat edineceğini, kedisinden sonra da onun kral olacağını tüm halka duyurmuş. Meydandakiler bu işe bir anlam verememişler. Bunca güzel çiçek varken, nasıl olur da saksısı boş bir çocuk veliaht ilan edilir
diye birbirlerine sormaya başlamışlar. Ahalinin merakını kralın şu açıklaması gidermiş:

?Benim dağıttığım çiçek tohumlarının hepsi daha önce sıcak sudan geçirilmişti. Yani, hiçbirinden çiçek çıkması ihtimali yoktu. Ama sadece bu çocuk gerçeği bana söyleme cesareti gösterdi. İşte bu cesaretinden ve dürüstlüğünden dolayı, benden sonra tahtımın varisi İr olacak.?

Şunu unutmamalıdır ki; Dürüstlük kısa vadede kaybettiğinizi düşünmenize neden olsa da, uzun vadede mutlaka ve mutlaka kazanan siz olursunuz.

İyi bir çocuk yetiştirmek, hazineler dolusu bir servetten daha değerlidir.

Çocuk yetiştirmek

“Bir yıl sonrası ise düşündüğün tohum ek,
yüzyıl sonrası ise düşündüğün insan eğit…(Kuan Tzu)


Her çocuk dünyaya geldiğinde işlenmemiş bir “cevher” gibidir. Öz’ünde saf’tır, masumdur ama potansiyel olarak tüm zıtlıkları da bünyesinde barındırır.(ying- yang) Ailede başlayıp sonrasında öğretmenler ve toplumun da dahil olduğu eğitim sürecinde bu cevher, bir kuyumcu titizliğiyle ince ince işlenip paha biçilmez bir MÜCEVHER e dönüştürülebilir.
Bu süreçte ortaya öyle bir mücevher çıkar ki ışıltısı hem eğiteni hem de eğitileni aydınlatır.Çünkü çocuklar muhteşem birer aynadır. gördüklerini aynen yansıtırlar. o yüzden başta ebeveynler olmak üzere tüm eğitenler nasıl bir “İnsan” ortaya çıkarmak istiyorlarsa önce kendileri bu özellikleri taşımalıdırlar. Çocuğa, her zaman doğruyu söylemesi gerektiğini, dürüstlüğün erdemini anlatan büyükleri masum bir sebeple bile olsa yalan söylerse, çocuğun buradan çıkaracağı sonuç ” Bazı durumlarda yalan söyleyebilirim” olur. Artık anlatılanların hiç bir önemi ve geçerliliği kalmamıştır. Çünkü onun için davranışlarınız sözlerinizden daha etkilidir.
İstisnai durumlar yok değildir tabi ki.. Bir Alimden bir zalim ya da tam tersi olabilir. Ama burada daha geçerli olan kuralı atalarımız şöyle özetlemiş….”Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine yandığım cinsine çeker”…
Yetiştirdiğiniz evlat aynadaki yansımanızdır aslında. Onun için bu mücevher iki tarafı da parlatır ve değeri ikiye katlanır. Siz eğitirken aynı zamanda eğitilensinizdir. İyi bir “insan” yetiştirmek için uğraşırken siz de üzerinizdeki fazlalıklardan arınıp içinizdeki “cevher”i açığa çıkarırsınız.

Kainatta Allah’tan sonra en değerli varlık kaliteli insandır ve her şey kaliteli insanla bir değer ve anlam kazanır…

Teşekkürler Handan Önder

İlle de büyük adam olmana gerek yok, insan ol yeter

Büyük Adam

‘Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.” demiş Mevlana.

İnsanın, mevkisi, makamı, kariyerinde neler başardığı, parası ve pulunun pul kadar değeri olmadığını; gerçek değerin insanın karakterinde ve davra
nışlarında olduğunu atalarımız şu hikayeyle bize anlatmışlar : ”Adam oğluna hep sen adam olamazsın dermiş, oğlu da ileride göreceksin nasıl bir adam olduğumu sana göstereceğim, der babasına. Aradan yıllar geçer delikanlı okur ve bir ile vali olur. Vali olduğu gün yardımcısına, babasını makamına getirmesini emreder. Valinin babasını apar topar alıp getirirler, babasının içeri girmesiyle oğlu babasına baba; ?Bana adam olamazsın diyordun bak ben vali oldum? der. ‘Oğlum ben sana vali olmazsın demedim ki, adam olamazsın dedim, adam olsaydın babanı ayağına getirmezdin’ der, oğluna…”

Bu yüzden ”İnsan Olmak” konusu gündeme gelince daha önce söylediğim : ”İnsanların değerini belirleyen nicelikleri değil, nitelikleridir” sözümü tekrar belirtirim. İnsan olmanın faktörlerine ise iyi ve güzel olan her şey söylenebilir. Adı üstünde değil mi? İNSAN Olmak…

Dünya’da başarılı ve zengin birçok kişi var ki İnsan olmanın anlamını bile düşünmemişken, öyle kişiler var ki ekmek alacak parası olmayıp İnsan olmanın kitabını yazabilen. Dünya, İnsan olanlar sayesinde güzel, kötülüğü hızla yayan İnsan olamayanlar değil mi?

Almanya?da bir Lise Müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş:
”Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim.
Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.
İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.
Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.
Sizlerden isteğim şudur;
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın.
Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin.
Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”

Unutmayın; İnsan olmak kuruşla değil, duruşla ölçülür.

Teşekkürler Ferhat Erdem

Hayat kırkından sonra değil, farkından sonra başlar

kirkinda

İnsanların tamamı doğar ve ölür ama çok azı gerçekten yaşar. Hayatlarının büyük bir kısmı doğdukları ortamın kurallarını hiç sorgulamadan yaşamakla geçer.

Yanlış olduğunu bildiği kuralların, sırf kendinden yaşça büyük insanlar belirledi diye,doğru sayıldığını bilmesine rağmen karşı koyamaz. Çünkü yaşın sadece zaman boyutunun matematiksel düzeye indirgenmesi olduğunu farketmemiştir. Ancak gün gelip farkettiğinde, hayat işte o an başlar. Sorgular ve böylece öğrenir, öğrendiklerini uygular ve bu sırada daha çok öğrenir, kendisini sorgular ve değişir, sonunda da öğrendiklerini öğretir.


Artık doğ-büyü-öl döngüsü artık kırılmış, Sorgula-öğren-farket döngüsü başlamıştır.

İnsan;
Sorguladığında doğar,
Öğrendiğinde büyür,
Farkettiğinde yaşar,
ve öğrettiğinde;
Ölümsüzleşir.

Teşekkürler Mustafa Oğulcan Alımcı

Aşk hevesin bitene kadar, sevda nefesin yetene kadar

asksevda

Ne yüce bir duygusun ?sevgi??
Uğruna ne şiirler ne şarkılar yazılmış, ne dağlar delinmiş, çöller aşılmış, yollarına düşülmüş, mecnun olan ugrunda ölmüş? Kimi sevgiyi yeni doğmuş bebeğin yumuk yumuk ellerinin arasında bulurken, kimi sevgilinin ilk dokunuşunda bulmuş? Kimi gözyaşlarını silen annenin parmaklarında, kimisi de babanın güven veren kollarında? Bakmayın öyle kolay betimlendiğine. Her ne kadar kolay anlatılır bir şey olsa da öyle her yiğidin harcı değil sevmek. Yani tüm saflığıyla sevmek? Çünkü gercek sevgi, yurek kapisinin, gonul gozunun acilmasini ister. Yaşaminin kaynağını oradan alir. Kelimelerden, dudaklardan, gözlerden veya ellerden tasar. Kendi yolunu bulur… O sözlerin, gözlerin, tenin sıcaklığı da, bu kaynağından gelir işte. Hayatının amacını, anlamını arayan insan, yüreğindeki bu duyguyu serbest bıraktığı anda özüne daha çok yaklaşmış demektir. Çünkü sevmek, ona benligini tamamen açmaktır. Tüm çıplaklığınla sen ?sen? olurken, onu da en saf haliyle tanıyıp sevmek demektir.

Evet, bir de aşk var? Herkes içinse apayrı bir tanımı var. Benim için aşk, normalde yaptığın şeyleri, onunla deneyimlediğinde hissettiğin o eşsiz zevk, hayatına katılan o yüce anlamdır. Aşk kaynağını, anlamını, sımsıcak sevgiden alır. Ne zaman ki, benlik arayışı biter? İşte o zaman aşk da gider. Bu yuzden, Bir tek sevgi kalır geriye. yeniden hatırla özünü ve yeniden anlamlandir askla hayatini diye…
Aski disarda mi arar gozler? İste gonul burada devreye girer ve derki Sems’in dilinden;
“Ey aşk! Seni senelerce yaban ellerde, hoyrat dillerde aradım. Oysa bendeymişsin bilememişim. Oyalanmışım. Kalakalmışım.”

Teşekkürler Derya Bilir

Mekan her zaman bulunur da, huzur veren insan her zaman bulunmaz

mekanherzamanbulunur

Kahkaha sesleri, açılıp-kapanan kapı sesleri, güvenle yere vurulan ayak sesleri, kuşların cıvıltı sesleri, kedi-köpek sesleri, ezan sesleri, dünyayı inletecek desibelde marş sesleri, klankson sesleri, hafriyat kamyonundan boşalan yükün sesleri, ?arkadaşlar korteji bozmayalım? sesleri, dalgalanan bayrak sesleri, megafonun cızırtılı sesleri? Her biri dış kulağımı yırttı. Çekiç, örs ve üzengimi paramparça etti. Akabinde iltihaplanmaya pek meyilli iç kulağımda tüm gücünü hissettirdi.

O an babam sırtıma vurdu, ‘Yan tarafa geçelim, eski bir dostu gördüm’ dedi.
Ellisini geçmiş, ak saçlı iki adamın kucaklaşmasını gördüm. Şahit olduğum en samimi, en içten, en sıcak sahnelerden biriydi. Dağ dağa kavuşuyordu. Vedat abiydi bu. Babamın gözlerindeki ışıltı vücudumu delip geçiyor, burnumdan çektiğim hür nefesi beyin hücrelerime en kısa yoldan gönderiyordu. Vedat abinin fiziksel varlığı, her bir anıyı tekrar babamın zihninde tazeliyordu.

Babam sırtıma tekrar dokundu. ‘Bak oğlum, binlerce ses arasından şu diyeceklerime kulak ver. Biz Vedat abinle, şantiyelerde aynı odalarda kaldık. Fabrika günlerinde beraber üretim yaptık. Sendika lokalinde çay içerken aynı takımın tarafında saf tuttuk. Beyazıd meydanına, hak aramaya birbirimize duyduğumuz güven sayesinde gittik. Sabahları pastanede böreğe kaşık atarken hiç konuşmazdık, sessizce söz verir gibi işin yolunu tutardık. Oğlum nice güzel manzaralar, kıyıya vuran dalgalar gördüm. Sülaymaniye?de ezan sesi, Haydarpaşa?da son banliyönün varış sesini duydum. Hiçbiri Vedat abinin, ?ben yanındayım? deyişi kadar etkilemedi beni. Sen, sen ol; ailenden arkadaşlık, arkadaşlarından aile kur.’

Taksim Meydanı?na varmıştık. İğne atsan yere düşmez. Mayısın en güzel gününde iki kere sırtıma dokundu babam. Oysa dokunduğu yüreğimdi. Seninle o gün tanıştım baba. Sakin ruhundan katık ettiğin yakışıklı kelimelerinin arasında buldum o sesi. Yer yuvarı yaşanır kılan, coğrafya parçaları değil onları ilmik ilmik işleyen sevginin sonsuzluğuydu. O gün yüreğime ektiğin arkadaşlık tohumu bir bir fidan oluyor. Günlerin bugün getirdiği kıyılarımı gölgelendiren yemyeşil ağaçlardır.

Teşekkürler, Hıdır Ferahoğlu

Saf bilinç, bir şeyler eklenerek değil bir şeyler alınarak oluşur.

Saf bilinç, bir şeyler eklenerek değil bir şeyler alınarak oluşur.

Yaşadığımız her acının bizden bir şeyler koparttığını, hayatımızdan bir şeyler çaldığını düşünebiliriz. Başımıza gelen her bela bize çok yoğun acılar da verebilir.

Fiziksel ve duygusal olarak yaşadığımız kayıplar bizim için büyük bir yıkımdır. Oysa bu durum, bizim özgürlüğe ulaşmamızı sağlayan bir yoldur. Çünkü saf bilinç, bir şeyler eklenerek değil bir şeyler alınarak oluşur. İnsan içinde ve dışında yaşadığı her yitirme durumunda, kendi özüne biraz daha yaklaşarak, varoluşuna bir yol açmış olur.

Hayatımızdaki kayıpları kabullenmemiz gerekir. Bu yıkımlara karşı direnç göstermemeliyiz. Kayıp bizim yaşamımızın doğal bir parçasıdır. Bu kayıplar bizi gerçek öze ulaştırır. Her felaket, bize ıstırap verse de büyük bir açılım için gizli bir güçtür aynı zamanda…

Teşekkürler Çağlar

Yanında çocuk gibi mutlu olduğun kişi sahip olduğun en değerli şeydir.

cocuk

Sevgi bize bahşedilen duyguların en değerlisidir. Bu yüzden kalbimizin derinliklerine saklarız onu, koruruz. Sadece bize güven veren insanlarla paylaşırız. Birinin kalbinde yer bulmak istediğimizde de anahtarın “güven” olduğunu biliriz. Güven inşa etmek ise oldukça meşakkatli bir iştir. Temelinde saflık yatar.

Güvenin olduğu yerde yalana, riyaya, kibir ve kıskançlığa yer yoktur. Tıpkı annesinin koşulsuz sevgisinden beslenen bir çocuğun henüz kirlenmemiş kalbi gibi… Hepimiz bir zamanlar çocuk değil miydik? Ne oldu da içinde salt sevgi bulunan kocaman kalbimiz küçüldü ve biz duygularımızı bir çocuk kadar saf yaşayamaz olduk? Bir çocuğun sevinmesi de içtendir üzülmesi de… Ağlaması da içtendir gülmesi de…

Peki biz kaç kişinin yanında “çocuk gibi” ağlayıp gözyaşlarımızı gizlemeye çalışmayacak ya da “çocuk gibi” sevinip çığlıklarımızı yutmayacak, kahkahalarımızı bastırmayacak kadar doğal olabiliyoruz? Kaç kişi bize bu güveni, bu sıcaklığı hissettiriyor ya da biz kaç kişiye hissettirebiliyoruz?

Güven bize bu sıcaklığı veren insanlarda vücut buluyor ve sevgiye temel oluşturuyor. Sevgi ise en doğal haliyle yaşandığı zaman değerli. Bizler, insanlara doğal olma fırsatı verdiğimiz, onları en saf, en “kendi” halleriyle kabul ettiğimiz sürece sevmeye; kalbimizdeki çocukluktan kalma sıcaklığı koruyabildiğimiz sürece de sevilmeye layık oluruz.

Teşekkürler Özge Güler.

Tek başına hayatı öğrenen insanı kimse yokluğu ile korkutamaz

tekbasina

Tırtıllar kozalarının içindeyken dışarı çıkabilmek için haftalarca gece gündüz çalışırlar. Çünkü minik tırtıllar için yumurtadan çıkmaları çok zordur. Bunu gören araştırmacılar tırtılların zorlanmadan kozadan dışarı çıkabilmeleri için kozaya bir delik açarlar.

Böylece tırtıllar, çok daha kolay bir şekilde dışarı çıkmayı başarırlar. Fakat aynı bilim adamları, kozalarını yırtmalarına yardım ettikleri kelebeklerin bir süre sonra aniden düşüp öldüklerini tesbit ederler. Yaptıkları araştırma sonucunda tırtılların kozalarını yırtmaya çalışırken aslında kaslarını geliştirdiklerini anlarlar. Kendilerine yardım edilen tırtıllar kaslarını yeteri kadar geliştiremedikleri için hayatta kalacak gücü kendilerinde bulamazlar ve kısa bir süre sonra düşerek ölürler.

Bazı şeyler yapılmalıdır ve mutlaka ‘yalnız’ yapılmalıdır.